:)))

NLP dünyasında gelişen düşünce ve yöntemlerle ilk tanışmamın üzerinden yirmi yıl geçti. O ilk günlerde, günümüzde NLP ile bağdaştırılan hızlı, "parlak" tekniklerin hiçbiri yoktu. Bunun yerine öğrenme, seçme ve değişmeye ilişkin yeni bir yaklaşımın heyecanı vardı. Bu heyecan, NLP'de daha sonra ortaya çıkacak tüm gelişmelerin ilkelerini oluşturan insan düşünce ve davranışlarına ilişkin özgün ve güçlü ön varsayımlarla ateşlenmekteydi.

NLP'nin temel misyonu, her zaman bir insan olmanın "derin yapısı" üzerindeki gizem perdesini aralamak ve bu görünmez yapıların dünyayla ilişkimizi belirleyen yüzeydeki algılanabilir yapıya dönüşüm sürecini gözler önüne sermek olmuştur. NLP'nin "derin yapısı", onun ön varsayımlarıdır.

Joseph ve lan, NLP'nin ön varsayımlarını başlangıç noktası olarak almakla, NLP'nin en üretken yönünü vurgulamış oluyorlar. Umulur ki, bu yaklaşım dikkatimizi, NLP' nin sadece davranış ve yetenekler düzeylerindeki müdahalelerine yoğunlaşmaktan çıkarıp, inanç, kimlik ve maneviyat gibi daha yüksek düzeylerdeki konularla bağlantısına yönlendirebilir.

 Yıllarca yüzeysel sonuçlar üzerinde durduktan sonra, NLP' nin köklerine dönüldüğünü görmek insanı rahatlatıyor. Bu yazının yüzey yapısı aracılığıyla NLP''nin derin zenginliğini öğrenebileceğinizi umarım.

NLP''nin prensipleri. Bu konu hakkında yazmak bizi mutlu ediyor. NLP' pratiktir, deneyimler hakkındadır -deneyimleriniz, bunların ne oldukları; ne olmaları gerektiği değil. NLP, sizin kendi dünya görüşünüzü zenginleştirmekle ilgilidir.

NLP' nedir? "Nöro" sözcüğü, zihinle ve düşünsel yaşamımızı nasıl düzenlediğimizle ilgilidir. "Linguistik" sözcüğü, dili nasıl kullandığımız ve dilin bizi nasıl etkilediği hakkındadır. "Programlama" ise, tekrarlanan davranış dizilerini ve nasıl amaçlı hareket ettiğimizi açıklar. Bu anlamda, NLP  bağlantılarla ilgilidir, yani bizi diğer kişilerle, dünyayla ve manevi boyutla ilişkilendiren düşüncelerimiz, konuşmalarımız ve edimlerimizle ilgilidir.

Elinizdeki çalışma, NLP' nin gündelik hayatımıza nasıl uyarlanabileceğini açıklayan pratik bir kitaptır. Temeli psikolojik teori ve araştırmalara dayanmakla birlikte, bu yazının, uygulamaya yönelik olması açısından, alanının ilk ve tek örneğidir. Hem zihin hem de bedende daha fazla seçenek yaratarak, "ruh"u keşfetmeniz için sizi özgürleştirir.

NLP'nin başlangıç noktası, insana duyulan merak ve hayranlıktır. NLP, öznel deneyimlerin yapısının araştırmasıdır. Yaptıklarımızı nasıl yapıyoruz? Nasıl düşünüyor, nasıl öğreniyoruz? Nasıl sinirleniyoruz? Herhangi bir alanda başarılı olan insanlar istedikleri sonuçlara nasıl ulaşıyorlar? Bu soruları cevaplamak için, NLP nasıl düşünüp hissettiğimizi inceler ve yaşamın her alanındaki mükemmeliyeti araştırır veya "modellendirir". Bu araştırmaların sonuçları başkalarına öğretilebilir. Amaç herkesin mükemmeliyete ulaşmasıdır.

NLP, 1970'lerin başlarında, o dönemde California Üniversitesi'nde psikoloji öğrencisi olan Richard Bandler'ın, dilbilimi dalında yardımcı profesör olan John Grinder ile yaptığı çalışmalarla başladı. Birlikte, üç kişiyi model aldılar: Geştalt terapisinin önderi, yenilikçi psikolog Fritz Perls; aile terapisinin önde gelen uzmanı Virginia Satir; son olarak da, fikirleri, Erickson hipnoterapisi adı altında sürdürülen, dünyaca ünlü hipnoterapist Milton Erickson. Aynı zamanda başka uzmanların ve özellikle ingiliz yazar, antropolog ve sibernetik ve iletişim teorisi düşünürü Gregory Bateson'un iç görülerinden ve düşüncelerinden yararlandılar. İlk modelleri, sözel ve sözel olmayan iletişim becerileri üzerineydi. Sonuç olarak, hem bireysel hem de profesyonel hayatta kullanılabilecek çeşitli NLP teknikleri oluştu. Bunlar dünya çapında spor, iş dünyası, satış ve eğitim gibi alanlarda kullanılıyor ve hem karşımızdaki kişilere ulaşıp onları etkilememizi hem de içimize dönüp değişik parçalarımızı birleştirmemizi sağlıyor.

Yazı da  bu becerileri ve daha fazlasını bulacaksınız. Bu teknikleri yaratan süreci size vermeyi denedik. Böylece bu düşünceleri alıp size en uygun haliyle kişiselleştirebilirsiniz. NLP  yaratıcı psikolojidir. Aynı zamanda "mükemmellik psikolojisi’dir. NLP, mükemmellik kıtlığı çekilmeyen ve eğitimin, herkesin başarılı olması için yardım etmek anlamına geldiği bir dünya vizyonuna sahiptir.

Bedenimiz ve zihnimiz sabit gibi durur, ne ki, tıpkı bir nehir gibi değişmektedir -aralıksız, an be an. Bununla birlikte, derin yapı aynı kalmaktadır. Düşüncelerimiz ve fizyolojimiz yakından bağlantılıdır; ne ve nasıl düşündüğümüz fizyolojimizi, fiziksel sağlığımız ve zindeliğimiz de düşüncelerimizi etkiler.

Zihnimiz, bedenimiz ve ruhumuz, inançlarımızda buluşur. İnançlarımız, ne düşündüğümüzü ve nasıl hareket ettiğimizi derinden etkiler.NLP, inançları doğru ve yanlış olarak değil, faydalı ve faydasız olarak değerlendirir. İnançlarınızın sonuçları nelerdir? Bunlardan hangi eylemlerimiz doğar? Dünyaya dair her şeyi bilemeyeceğimize göre, çoğu alanda inançlarımız, o an için en iyi tahminlerimizdir. Size özel bir çağrımız var: İnançlarınızı gözden geçirip, size nasıl hizmet ettiklerini görmeye davet ediyoruz sizi.

Bazen yaptıklarımız ile inandıklarımız birbirini tutmaz. Bu bize bir hikâyeyi hatırlatıyor. Yıllar önce Büyük Zumbrati, Niagara Şelalesi üzerine gerilmiş ipteki yürüyüşünü henüz tamamlamıştı. Şartlar zordu, fırtınalı bir gündü. Zumbrati karşı tarafta, ona hayranlık ve iyi dileklerini bildirmek üzere bekleyen kalabalığın yanına ulaşmaktan çok memnundu. Orada bir el arabası tutan bir adam bekliyordu.

"Bu harikaydı" dedi adam, "Siz bir ustasınız."

Büyük Zumbrati teşekkür etti ve havanın işini çok zorlaştırdığını söyledi.

"Saçma" dedi adam. "Bahse girerim, bu el arabasını iterek geri yürüyebilirsiniz."

Zubrati itiraz etti. "Sanmıyorum, şartlar çok kötü."

Ancak adam pes etmiyor, bunu yapması için ısrar ediyordu. Zumbrati öfkelenmişti.

"Bunu gerçekten yapabileceğime inanıyorsun, öyle mi? diye adama sordu.

"Evet."

"Emin misin?"

"Evet."

Tamam, o halde atla el arabasının içine."

Bu yazı da NLP' nin temel işleyiş ilkeleri ya da ön varsayımları çevresinde kurulmuştur. Bunlara ön varsayımlar deniyor, çünkü önceden olduklarını varsayıyorsunuz, yani bunlar doğruymuş gibi hareket ediyor ve elde ettiğiniz sonuçları fark ediyorsunuz. Bunlar aslında doğru olabilecek veya olamayacak hipotezlerdir.NLP  doğru olduklarını iddia etmiyor. Sorulması gereken, "Bunlar doğru mu?" değil, "Bunlar yararlı mı?" sorusudur.

Burada size, kavramları, yapısı ve uygulamaları ile birlikte, NLP' in özünü vermeyi amaçladık. Bunun yanı sıra, kendi deneyimlerimizden edindiğimiz örnekleri kattık. Alaaddin'in dilekler mağarasıyla yüz yüze kalıp, buradaki ana hazineyi ve bazı büyüleyici yeraltı yollarını araştırdık. Umuyoruz ki, burada siz de bazı hazineler keşfedersiniz. Alaaddin'in mağarasının daha ayrıntılı bir haritası için kitabın sonundaki Kaynaklar Bölümü'nde kitaplar, kasetler ve kurslarla ilgili bilgileri bulabilirsiniz.

Ve şimdi: "Açıl susam açıl..."


SWISH TEKNİĞİ - NLP TEKNİKLERİ
 
Bu alıştırmanın her adımını titizlikle, rahatça, kolayca ve kendi temponuzda tamamlamak için gereken bütün zamanı kullanın.

1.    İpucu Görüntüsünü Tanımlayın : Hayatınızın, kendinize karşı çok acımasız olduğunuz, özgüven eksikliğinizin olduğu belirli zamanını hatırlayın. Hayatınızda, gerçekten arzuladığınız o kişisel başarıya giden adımları atmak için gereken özgüvenin eksik olduğu, belki yakınlardaki belki de çok uzun zaman önceki bir anı hatırlayın: Olabileceğinizin en iyisini olamadığınızı hissettiğiniz bir zamanı.

Ya da geleceğinizde olmasını beklediğiniz bir şeyi düşünün: Düşündüğünüzde sizi rahatsız ya da çaresiz hissettiren bir şeyi.

Aslına bakarsanız, kendinizin o deneyimin içinde olmasına, gördüğünüzü görmenize, duyduğunuzu duymanıza izin verin. Bırakın, hayatınızın o dönemiyle özdeşleştirdiğiniz rahatsızlık verici duygular daha da yoğunlaşsınlar. Bu duygular içinizde yoğunlaştıkça, vücudunuzda, bu duyguları en güçlü hissettiğiniz parçanızın hangisi olduğunun farkına varın.

Şimdi, bu duyguların farkında olmaya devam ederek, bu duyguyla özdeşleşmiş olan neyi gördüğünüzün farkına varın. Bu görüntü size tam olarak anlamlı gelebilir de gelmeyebilir de. Her iki koşulda da sadece içsel olarak ne gördüğünüzü fark edin. - size bir şeyin söylenmesi ya da sizin söylediğiniz bir şey de bu rahatsız edici duygulara katkıda bulunuyor olabilir.

Şimdi, o rahatsız edici görüntüyü ve o sesleri geçici olarak bir kenara koyun.

2.  Dikkatin Dağılması : Deneyiminizi bir kenara koymanıza yardımcı olması için telefon numaranızı yüksek sesle söyleyin. Şimdi, sırf eğlence olsun ve dikkatinizi bir an için dağıtsın diye, telefon numaranızı bu kez tersten söyleyin.

3.  Başarılı Öz-İmgenizi Yaratın : Şimdi, gözünüzün önünde, özgüveninizi etkileyen meseleyi çoktan çözmüş olduğunuzda nasıl gözükeceğinizin bir görüntüsünü oluşturmak için, bir iki dakikanızı ayırın :

*    Bu, bir ‘gelecekteki siz’;

*    Sizin birkaç adım ilerinizdeki bir ‘siz’;

*    Size sorun olan meseleleri nasıl çözümleyeceğini çoktan öğrenmiş olan bir ‘siz.’

Gelecekteki bu ‘siz,’ meseleyi size henüz açık olmayan yöntemlerle çözümlemiş. Ve bu ‘siz’ başarılı olacağını biliyor çünkü kendisi zaten başarılı olmuş.

*    Bu, sizin başınızdan geçen her şeyi ve biraz daha fazlasını yaşamış bir ‘siz. Sizin için sevgi ve şefkat besliyor ve başarılı olacağınızı biliyor.

Bu ‘muhteşem siz’i hemen önünüzde, yolunuzu tıkayan bütün meselelerle başa çıkacak kaynağı olan kendinizin Büyük, Parlak ve Renkli bir görüntüsü olarak görün:

*    Birçok ilave seçeneği, rahatsız olduğunuz her neyse onunla başa çıkabilmek için birçok farklı yolu olan bir ‘siz.’

‘Muhteşem siz’in mükemmel olmadığından ve iyi bir mizah anlayışı olduğundan emin olun.


Ve en önemlisi, kuvvetle ona doğru çekildiğinizi hissedin. Sadece ona bakmakla, güçlü bir o kişi olma arzunuz oluşuyor. Eğer ‘muhteşem siz’görüntüsüne daha fazla benzemek için güçlü bir çekim hissetmiyorsanız, o görüntüyü daha gerçekçi, daha inandırıcı, daha olmak istediğiniz bir kişi yapmak için zaman ayırın. Bunu görüntünün alt biçemlerini zenginleştirerek yapabilirsiniz. Örneğin, görüntüyü daha büyük, daha parlak, daha renkli ve hareketli yapabilirsiniz.

Karşı konulmaz bir ‘muhteşem siz’ oluşturmanın bir başka yolu da şu soruyu sormaktır: Eğer ‘muhteşem siz’ görüntünüz karşı konulamaz çekicilikte olsaydı neye benzerdi? Bu ‘eğer’ sorusu daha çekici bir ‘muhteşem siz’ görüntüsü yaratmak için beyninize anında izin verecektir.

Artık o gelecekteki siz’e karşı güçlü bir çekim hissettiğinize göre, ‘muhteşem siz’in, içten ve sahiden de dürüst bir ses tonuyla ‘kendim hakkında iyi hissediyorum’ dediğini duyun. ‘kendim hakkında iyi şeyler hissediyorum’ kelimeleri size doğru gelsin ve başınızın tepesinde daireler çizsinler, bütün başınızın çevresini gezsinler. Kafanızda dönen kelimeleri dinleyin…sanki başınız büyük, altın bir çanın içindeymiş gibi hafif yankılar yapıyorlar. Ve ‘kendim hakkında iyi şeyler hissediyorum’ kelimelerini duyduğunuzda, bırakın iyi duygular sizi baştan aşağı ve içten dışa yıkasın.

4.  Başarılı Öz-İmgenizi Genişletme Alıştırmaları Yapın : Şimdi, ‘muhteşem siz’in görüntüsünü alın ve önünüzdeki boşlukta süzülen, parıldayan küçük noktanın içine yerleştirin. O parıldayan küçük noktanın çabucak canlanmasına ve gittikçe büyümesine izin verin-tekrar gerçek yaşam boyutlarında olana ve siz ‘muhteşem siz’i görebilene kadar…hemen önünüzde…büyük, parlak ve renkli. Ve ‘muhteşem siz’in dürüstçe ve içtenlikle ‘kendim hakkında iyi şeyler hissediyorum’ deyişini duyun…ve bu kelimeler, sanki başınız büyük, altın bir çanın içindeymiş gibi başınızın çevresinde daireler çiziyor ve iyi duyguların sizi yıkadığını hissediyorsunuz.

Şimdi, sanki bir sinema salonundaymışsınız gibi, zihninizde boş bir ekran görün. Bu işlemi otomatik hale gelene kadar birkaç defa tekrarlayın.

5.  Başarılı Öz-İmgenizi İpucu Görüntünüzün İçine Yerleştirin : Şimdi, o küçük, parlak noktayı,

1. Adımda keşfettiğiniz ipucu görüntüsünün ortasına yerleştirin.

6.  Görüntüleri Birbirlerin Yerlerine Koyun : Şimdi, rahatsızlık verici görüntü solarken, küçülürken ve parçalanırken, ‘muhteşem siz’i içeren parıltılı nokta büyüsün ve parlaklaşsın, büyüsün ve parlaklaşsın ta ki…swish…’harika siz’ görüntüsü rahatsızlık verici görüntünün yerini kaplayana ve zihin gözünüzü doldurana ve böylece tek görebildiğiniz ‘muhteşem siz’ olana kadar. Kendinizin o görüntüsünü tam karşınızda, büyük, parlak ve renkli olarak, ‘Kendim hakkında iyi şeyler hissediyorum’ derken görün…kelimelerin kafanızda daireler çizdiklerini ve hafif bir yankı yaptıklarını duyun…sanki başınız büyük, altın bir çanın içindeymiş gibi…ve bırakın iyi duygular sizi yıkasın.

7.  Boş bir Ekran Görün: Şimdi, sanki bir film salonunda, film başlamadan önce boş bir ekrana bakıyormuşsunuz gibi, zihninizde boş bir ekran görün.

8.  On Kere Tekrarlayın: Şimdi, 4. Adımdan 6. Adıma kadar biraz daha hızlı gidin. O küçük, parıldayan noktayı rahatsız edici görüntünün ortasına tekrar yerleştirin. Şimdi, rahatsızlık verici görüntü solarken, küçülürken ve parçalanırken, ‘muhteşem siz’i içeren parıltılı nokta büyüsün ve parlaklaşsın, büyüsün ve parlaklaşsın ta ki…swish… ’harika siz’ görüntüsü rahatsızlık verici görüntünün yerini kaplayana ve zihin gözünüzü doldurana ve böylece tek görebildiğiniz ‘muhteşem siz’ olana kadar. Kendinizin o görüntüsünü tam karşınızda, büyük, parlak ve renkli olarak,‘Kendim hakkında iyi şeyler hissediyorum’ derken görün…kelimelerin kafanızda daireler çizdiklerini ve hafif bir yankı yaptıklarını duyun…sanki başınız büyük, altın bir çanın içindeymiş gibi…ve bırakın iyi duygular sizi yıkasın. Sonra sanki bir sinema salonundaymışsınız gibi, zihninizde boş bir ekran görüyorsunuz.

Bütün bu işlemi, her seferinde daha hızlı yaparak, dört kere daha tekrarlayın. Sonra, her birinin arasında boş bir ekran gördüğünüzden emin olarak, işlemi üç kere daha tekrarlayın. Ve son olarak, işlemi, mümkün olduğunca hızlı olarak iki kere daha gerçekleştirin. Bunu gerçekten hızlı yaptığınızda, görüntülerin yer değiştirdiğinin bilinçli olarak farkında olmayabilirsiniz. Bu işlemi on kere yapmak çoğu insan için yeterli olacaktır. Ancak bazıları için bir ya da iki kere yeterlidir; diğerleri bunu 20 kere yapma ihtiyacı duyabilirler. O rahatsızlık verici duyguları artık hissetmeyene kadar bu işlemi kaç kere yapmaya ihtiyacınız var?

9.  Başarılı Öz-İmgeyi Çoğaltmak : Öz-değer, kendinizin, bütün davranışlarınızı etkileyen objektif ve olumlu bir izlenimi olduğuna göre, baktığınız her yerde ( geçmişte, şimdi ve gelecekte) kendinizin içsel olumlu bir görüntüsünü görmek çok güçlü bir etki yaratacaktır. ‘Harika siz’ görüntüsünü fiziksel olarak elinizde tutabildiğinizi hayal edin. Uzanın ve onu ellerinizle kavrayın. Ona dokunduğunuzda parlamaya başlayacaktır. Şimdi, ‘harika siz’in, sanki bir iskambil destesi gibi her biri birbirinin ardında parıldayan ve renkli binlerce görüntüsünü yaparak o görüntüyü çoğaltın.

    Şimdi, geri kalanlarını havada yükseklere fırlatırken, görüntülerin bir tanesini hemen önünüzde bırakın. ‘Muhteşem siz’in bütün o görüntülerinin aşağıya doğru inmeye ve her yönde, gözünüzün alabildiği uzaklığa kadar bütün çevrenizde merkezi daireler olarak yerleşmeye başlayışını izleyin…geçmişinize, bugününüze ve geleceğinize. Dairelerce sıralar boyunca ‘harika siz’ görüntüleri olduğunu ve hepsinin, sevgi dolu, dürüst seslerden oluşan bir koro olarak ‘Kendim hakkında iyi şeyler hissediyorum’ deyişini duyun. Ve iyi duyguların sizi baştan aşağı ve içten dışa yıkadığını hissedebilirsiniz.

10. Çalışmanızı Test Edin : Artık bu kalıbı birçok defa tekrarladığınıza göre, yaptığınız çalışmayı test etmek önemlidir. Şimdi bir an durun ve o orijinal, rahatsız edici ipucu görüntüsünü tekrar aklınıza getirmeye çalıştığınızda ne hissettiğinize dikkat edin. Eğer rahatsız edici duyguları hiç geri getiremiyorsanız ya da rahatsız edici görüntüyü görmekte zorlanıyorsanız, başarılı olmuşsunuz demektir.



Çapa Atmak - NLP Teknikleri  
                                                                                                                                                                                                                                                                   
Başımızdan geçen her şey, görme, işitme, dokunma, koku ve tat gibi duyusal deneyimlerin bazılarını veya hepsini içerir. Çapa atma, bütün deneyimi geri getirmek için bu unsurlardan herhangi birini tekrarlama eğilimini içerir. Bir başka ifadeyle çapalamak bir şeyi başka bir şeyle birbirine bağlamak; iki şey arasında ilişki kurmaktır.

Çapa belirli bir tepkiyi uyandıran herhangi bir uyarıcıdır. Bunlar bizi olumlu veya olumsuz ruh hallerine iletebilecek bağlantıları ya da hatıraları ateşler. Genelde çapalarımızın ve onların bizi nasıl etkilediğinin farkında değilizdir. Yani bu işlem doğal olarak oluşur.

Örneğin yeni pişmiş bir yemeğin kokusu annemizin mutfağıyla ilgili bütün deneyimi geri getirebilir. Yada millî duygularla marşımızı söylerken, bayrağa bakarız ve kısa bir süre sonra sadece bayrağı görmek bile bizde o güzel millî duyguların uyanmasına sebep olur. Çünkü deneyimler, içinde bulunduğumuz durum üzerinde güçlü değişimler oluşturabilir.

Etrafımızda olup biten olaylar hep bunlarla doludur. Örneğin televizyondaki araba reklamlarının çoğu fazla bir teknik bilgi vermez. Bunların asıl yaptıkları şey insanın kendini özgür, başarılı veya mutlu hissetmesini sağlayacak sahneler oluşturmaktır. Araba uyarısının insanlara çekici geleceği bir sahneye çapa atarlar.

Bizler önce kişisel çapalarımızı tanımalıyız. Çünkü bazı çapalarımız pozitif, bazıları da negatif olabilir. Çarpım tablosunu ezberlemeye çalışan bir çocuk bunu başaramayınca babasından bir tokat yiyor. Bu sırada çocuk çarpım tablosu ile tokat arasında bir ilişki kuruyor ve artık çarpım tablosunu her gördüğünde bu tokadı hatırlıyor. Bu çocukta oluşmuş negatif bir çapa oluyor.Aşağıdaki olayda ise negatif bir çapanın pozitif hale dönüştürülmesinin öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
Eşini çok seven ama onun çok sevdiği balığı yiyemeyen bir bayanla yapmış olduğumuz çalışma da çerçeve değiştirmeye güzel bir örnektir. Derin yapıya inmek için geçmişe döndüğümüzde şununla karşılaştık: Bu bayan altı yaşındayken canının balık istemediği bir gün, babası alabalık almış ve kızını balık yemesi için çok azarlayıp zorlamıştı. O günden sonra bayan balıkla azarlanmak arasında bir ilişki kurmuş ve balık yiyemez hale gelmişti. Balık onun için negatif bir çapa olmuştu.

Derin yapıdaki sorun tesbit edildikten sonra bayana bilinçaltındaki sorun çıkaran tarafın onu yıllarca koruduğunu ve bu hizmetinden dolayı ona teşekkür etmesi gerektiğini söyledim. Daha sonra mantıklı tarafından kendisine farklı duygular yaşatacak üç alternatif almasını söyledim. Gözlerini kapatarak eşiyle birlikte balık yediğini görmesini istedim. Bu sırada bilinçaltında balıkla arasında bir sevgi bağı oluşturuldu. Gözlerini açtığında eşine olan sevgisinden dolayı gözleri yaşarmıştı. Ertesi hafta seminere geldiğinde bütün katılımcılara eşiyle birlikte nasıl balık yediğini büyük bir keyifle anlatıyordu. Eskiden balık görünce azarlanmayı hatırlayan genç kadın için balık artık bir sevgi çapası olmuştu.

Bu çapalar bizim ruhsal durumumuzu çok etkiler. Yapmamız gereken bilinçaltında oluşmuş ve bizi sınırlandıran negatif çapaların farkına vararak bunlardan kurtulmak ve bizi olumlu bir ruh haline sokan pozitif çapalar oluşturmaktır. Seminerlerimize katılan insanlar kullandığımız müziği başka bir yerde duyduklarında da etkilenerek bize telefon açıp duygularını paylaşıyorlar. Bu müzik onlar için pozitif bir çapa oluşturuyor.
Çapa atmanın dört adımı
• Bireyin geçmiş bir deneyimi canlı olarak hatırlamasını sağlayın.
• Kişi deneyimin doruk noktasında iken belirli bir uyarıcı verin.
• Bireyin durumunu değiştirin.
• Test etmek için "çapa’yı başlatın..
Çapa atmanın dört anahtarı
• Deneyimin yoğunluğu.
• Çapanın zamanlaması.
• Çapanın benzersiz olması.
• Uyarıcının tekrarlanması.
Çapa atmanın kesin zamanlaması
Çıpa
Doruk durumda
Süre (5-25 saniye)
En sık kullandığımız çapalar, 3 algı kanalımızı kullanarak oluşturulur. Bunlar:
1.  Görsel çapa.
2. İşitsel çapa.
3. Dokunsal çapa.
Tekniğin Uygulaması
Ayağa kalkın, gözlerinizi kapatın, kendinizi bütünüyle güvenli ve güçlü hissettiğiniz bir anı düşünün (Böyle bir anınız olmasa bile bunu kurgulayın). Vücudunuzu bütünüyle bu güçlü fizyolojiye sokun. Büsbütün güven duyduğunuzda durduğunuz gibi durun. Ve bu hissin tepe noktasında yumruğunuzu sıkarak kararlı ve güçlü bir sesle "evet" deyin. Bir müddet sonra tekrar aynı yumruğunuzu sıkın ve aynı kuvvetle "evet" deyin. Durumunuzdaki değişmeyi farkedersiniz. Bunu en az beş-altı gün çalışın. Kısa bir süre sonra, bir yumruk sıkmakla anında istediğiniz güçlü duruma girebildiğinizi göreceksiniz.



NLP Teknikleri  - TEMSİL SİSTEMLERİ
 

NLP ön kabullerinden birisi "insanlar olayın kendisinden çok algıladıkları gerçeklere göre davranır" der. Alfred Korzybski 1933'te yayınlanan bilim ve sağlık adlı kitabında bu gerçeğe "harita bölgenin kendisi değildir" diyerek öncülük etmektedir. Yani insanlar düşünce ve davranışlarını gerçeklerden çok kendi süzgeçlerinden geçirdikleri ve algıladıkları biçimde, oluşturmaktadırlar.

Eğer bir harita temsil ettiği bölgeye benzerlik gösterirse o zaman kişiye fayda sağlayacaktır. Genelde deneyim, ve nesnelerin gerçekten nasıl olduğunu bilmiyoruz. Sadece onları duyu organlarımız doğrultusunda zihnimizde oluşturduğumuz iç temsilleri ile biliyoruz. Dolayısıyla kendi gerçekliğimizi oluşturuyoruz ve bu gerçekler ve doğrular doğrultusunda davranmaya başlıyoruz. Bunları yaparken 2 seçenekle karşı karşıyayız.

Olaylara bakış tarzımız, içinde yaşadığımız duygu, düşünce ve davranışımızı yani iç temsillerimizi etkilemektedir. Eğer iç temsillerimizi değiştirirsek yaşadığımız deney, tecrübe ve algılamalarımız da otomatik olarak değişecektir. Victor Frankl 'Man's Search for Meaning' adlı kitabında, Nazi toplama kamplarında esaret hayatında diğer tutuklularla kendisi arasındaki farkı insanın seçme hakkı olarak vurgulamaktadır. İnsanın etkilere istenilen tepkileri vermeyen, gerektiğinde farklı tepkiler veren bir canlı olması nedeniyle farklılık gösterdiğini söyler. İnsanın seçme hakkını kullanarak yaşamını istediği doğrultuda sürdürebileceğini, en şiddetli acıların bile onun yaşamı için bir anlamı olduğunu ifade eder.
Beynimiz istediğimiz deney ve tecrübeleri istenildiği anda istenilen biçimde yeniden üretirken arzu edildiğinde iç ve dış temsilleri istenildiği ölçüde değiştirerek yeniden tasarlar. Bu mükemmel ve eşsiz bir durumdur. Eğer mutlu bir anımız ve tecrübelerimiz olmuşsa onları istediğimiz zaman yeniden yaşayabiliriz. Bunun aksi de doğrudur. Eğer istiyorsak, ki bazen istemeden de olur, olumsuz deney ve tecrübeleri de kendiliğinden yaşarız. Hatırlayınız, birisiyle kavga ettikten ya da tartıştıktan sonra, olay bittiği halde hâlâ o olayları hemen hemen aynı canlılıkta yaşamıyor musunuz? Olaylar hafızada takılı plak gibi sürekli çalışmaktadır. Bazen sonradan düşünerek bu olayın gerçeğinden daha da büyük ve önemli olduğunu anlayıverirsiniz.

Çoğu zaman sıkıldığınızda ya da kaçmak istediğinizde şöyle bir dalıp giderek kendinizi bir tatil ortamında, stres ve gündelik çalışmalardan uzak bir yerde hayal etmiyor musunuz? Siz bilinçli olarak yapmasanız bile beyniniz otomatik olarak acı ve üzüntüden kaçmak için başka olaylara ya da değişik fantazilere odaklanarak kendini koruyacaktır.

NLP de duyu organlarımıza temsil sistemleri denmektedir ve 5 ana Temsil sistemi vardır.
1.   Görsel    Visual           
2.   İşitsel         Auditory      
3.   Dokunsal   Kinesthetic    
4.   Tatsal        Gustatory     
5.   Kokusal     Oldfactory     
Temsil sistemlerini kullanarak algılanıyor ve oluştururuz.
Sesleri duyar ve onlara anlam veririz. Kendi kendimize ya da başkalarına sesler yoluyla duygularımızı ifade ederiz. Görürüz ve gördüklerimizi yorumlayarak davranışlarımızı oluştururuz. Bir şeylere dokunarak veya dokunmadan da görme, işitme, koklama ve tatma deneyimleri sonucunda bir takım hisler geliştirir ve onları ruhsal ve zihinsel durumumuzu oluşturmak için kullanırız. Temsil sistemlerimizi kullanarak istediğimiz duygu, düşünce ve davranışı geliştiririz. Hatta usta bir sanatçı gibi istediğimiz her şeyi kafamızda resmedebiliriz. Usta bir müzisyen gibi bütün armoni ve sesleri temsil sistemleriyle yine kafamızda oluşturabiliriz.
Çoğunlukla temsil sistemleri birbirlerini etkiler. Örneğin sevmediğimiz bir insanı gördüğümüzde bütün psikolojimiz değişmeye başlar. Güzel bir müzik dinlediğimizde belki geçmişe gider, çeşitli olayları hatırlarız. Herhangi bir koku annemizin yaptığı bir yemeği çağrıştırabilir.
Ne yazık ki biz doğarken hiç kimse bize beynimizin nasıl çalıştığına ilişkin bir kılavuz vermedi. Beynimizin nasıl işlediğini öğrenirsek istediğimiz durum ve sonucu üretebiliriz. NLP, beynimizi istediğimiz sonuçları üretmede bir kılavuz, ve temsil sistemleri de bu sonuçları üretmede en önemli araçlarımızdır.
Bazı insanlar düşünürken ve olayları algılarken değişik temsil sistemlerini kullanırlar. Kimileri olayların görsel yanını daha fazla algılarken, kimileri seslere odaklanır, kimileri de duydukları hislere ve duygulara ağırlık verirler. Genelde Görme, işitme ve dokunma duyularımızdan birini, daha aktif kullanarak iç temsillerimizi oluştururuz.
Dış dünyayı algılarken temsil sistemlerini geliştirdiğimiz gibi aynı anda içimizde de aynı temsil sistemlerini gelişmektedir.
Bu temsil sistemlerine, "tercih edilen temsil sistemi" denir. Hangi temsil sistemini ağırlıklı olarak kullanıyorsak o sistem düşünmemizi, algılanmamızı ve davranışlarımızı oluşturmada yönümüzü belirlemektedir.

Sizin tercih ettiğiniz temsil sistemi hangisidir? Sesler, görüntüler ya da duygularımızdan hangisine öncelik veriyorsunuz? Eğer görsel yanınız ağır basıyorsa, mimariye, endüstri tasarımına, moda'ya, güzel sanatlara, sinemaya, televizyona, matematik ya da fiziğe ilgi duyabilirsiniz, işitsel yönünüz gelişmiş ise yabancı dile, müziğe, tiyatroya, sunuculuğa, seslendirmeye, öğretmenliğe, politikaya, dokunsal yönünüz gelişmişse spor, marangozluk, teknisyenlik,  yazarlık, masa başı işleri gibi mesleklere yönelmiş olabilirsiniz.
Ana temsil sistemlerinizi bilmek, sizin güçlü ve zayıf yanlarınızı ortaya koyar ve hangi yönde gelişmeniz gerektiğini gösterir. NLP'yi duyanlar ya da yeni öğrenenler kendilerini, ben görselim, işitselim ya da dokunsalım diyerek sınıflayıp diğer bir yanlışa düşmektedirler. Temsil sistemlerini bilmek insanları sınıflandırmak için değil, kişinin güçlü ve zayıf yanlarını ortaya koyarak başkalarını ve kendini kullandığı bir teknik bir yoldur. Her insan kendine özgüdür ve olayları kendine özgü temsil ederek kendi haritalarını oluşturur. Kimse doğru ya da yanlış değildir. Herkes kendine özgü bir anlayış sistemine sahiptir.
Şimdi sevdiğiniz ve iyi anlaştığınız insanları düşünün. Acaba neden onlarla iyi anlaşmaktasınız?
Eğer aynı temsil sistemlerini ve metaprogramları kullanırsanız o insanla iyi anlaşırsınız.

İlişkilerimizin iyi olduğu kişilerle aramızda ortak temsil sistemleri ve metaprogramlar (davranışların kökeni) bulunduğundan, farkında olmadan karşımızdaki insan ya da insanları kendimiz gibi kabul ederek yakınlık duymaktayız. İyi anlaşamadığınız ve bir türlü uyuşamadığınız insanları düşününüz. Aynı sistem orada da geçerlidir. Eğer siz ortak temsil sistemlerine ve metaprogramlara sahip değilseniz genelde ilişkileriniz iyi olmayacaktır.

Bir kere daha vurgulamakta yarar var. Farklı temsil sistemleri kullanan insanlar iyi ya da kötü değildir. NLP'nin insan ilişkilerinde çığır açacak yönü burada yatar. Eğer siz de diğer temsil sistemlerinizi geliştirirseniz ve zengin bir temsil sistemleri çeşnisi kurarsanız genelde başkalarıyla daha iyi anlaşan, dış ve iç uyarılara her yönden duyarlı bir hale gelirsiniz. Bu da kişisel gelişim yönünde önemli bir kazançtır.
Hayatımızın kalitesi kendimizle ve başkalarıyla kurduğumuz iletişime bağlıdır. İç ve dış iletişimimizi gelişmemiz bize saygı duyulan, önemli ve değerli bir konuna getirecektir. Ayrıca bu kişisel açıdan bir güçtür.

Tercih ettiğiniz temsil sistemleriniz, güçlü ve potansiyel yönlerinizi belirler. Birçok insan "Ben müzikte, sporda, sanatta, şurada burada iyi değilim," diyerek kendisini sınırlandırmaktadır. Aslında bu insanlar o yönde gerekli temsil sistemlerini geliştirmemişlerdir. O yönde gerekli o-lan temsil sistemleri istenildiği takdirde gelişebilir. Milyonlarca insan gerekli sağ ya da sol beyin fonksiyonlarını bilgisizlikten dolayı kullanmamakta ve potansiyellerinin önemli bir kısmını atıl bırakmaktadır.

Eğer bir şeyi geliştirmek istiyorsak geliştiririz. Bu inanç ve değer kabul edilirse diğer değişiklikler arkadan gelir. Genellikle insanlar değişimin çok uzun süreceğini düşünürler. Aslında değişim hemen olmaktadır. Uzun olan kısım değişmeye olan dirençtir.

Beynimizin potansiyel gücü sayılarla ifade edilemeyecek kadar sonsuzdur. Eskiden onda birini kullandığımız ifade edilirken şimdi son araştırmalara göre yüzde birini ancak kullandığımız söylenmektedir. Hatta bilim adamları beynimizin sırrının çözülmesiyle evrenin sırlarının da aydınlanacağını, beynimizle evren, arasında doğrudan ilişkiler olduğunu söylemektedirler.

Yeteneksizlik tamamen doğuştan gelmez. O kullandığımız iç ve dış temsil sistemlerinin kapasitesine bağlıdır. Birçok insan farklı yetenekler ve konularda mükemmel basanlar ortaya koymaktadır. Da Vinci, hem sanatçı hem bilim adamı ve hem de matematikçi olarak birçok esere imza atmıştır. Einsteinda hem sağ beynini hem sol beynini kullanan ender insanlardan biriydi. Aynı şekilde Piri Reis, Atatürk, İnönü, Gandhi gibi ustalar da bunlara örnek verilebilir.

Müzik öğrenmek istiyorsak iç işitsel sistemimizi, resim için görsel yanımızı, akademik çalışmalar için dokunsal yanımızı geliştiririz. Beynimiz mükemmel bir potansiyelle emrimizi bekliyor. Temsil sistemleri aracılığıyla oluşturduğunuz haritalara dikkat edin. Haritalarınız sizleri sınırlamasın; yetenek, beceri ve isteklerinize ket vurmasın, aksine sizi geliştirsin, motive etsin ve yüceltsin.



NLP Teknikleri  - AYNA VE AHENK

NLP'nin temelini uyum ve esneklik oluşturur. Sütunlar kalibrasyon ve Meta Modellerle oluşur. Çatısı bu sütunların üzerine kurulur.

Sevdiğiniz bir kişinin cümlesini kendiliğinden sizin tamamladığınız, sizin söylemek istediğiniz şeyin onun dudaklarından döküldüğü anları hatırlayın. Ahenkle dans eden bir çifte hayran olmamak mümkün müdür? Önce uyum kurulamazsa bir amacı paylaşmak, ortak bir hedefi belirlemek zor olur, sürdürmek ise imkansız. Kendi bedenimizle uyum içinde değilsek hiçbir diyet işe yaramaz. 

Bedenin bize ne söylediğini dinleme becerisi kazandığımızda, onun ihtiyaçlarına kulak verdiğimizde kilo sorunu ortadan kalkar. Düşünce, duygu ve davranışlarımız uyum içinde değilse tutarsız biri olarak algılanırız ve kendimize saygı duyamayız.

Uyum ilişkilerin benzinidir. Benzin yoksa ilişki yürümez. Uyum, tanışıklıkları arkadaşlığa daha sonra da dostluğa dönüştüren büyüdür. Aynı bakış açısına sahip olmak, aynı dalgada bulunmak, aynı şeyleri hissetmek diye tanımlarız uyumu. Uyum içinde olduğumuz kişilerle birlikte olmak, birlikte çalışmak keyiflidir. Bazı insanlarla bu uyumu tesadüfen yakalarız. Tesadüfleri bilinçli olarak yaratabilmek ise NLP'de modelleme, aynalama teknikleri ile mümkündür.

Ergenlik dönemimde, bizimle aynı apartmanda oturan yirmi sekiz yaşında bir Saliha abla vardı. Onu diğer apartman sakinleri sevmezdi. Dik başlı ve fazla modern bulurlardı. Günlere falan gidip gelmediği için onu ayrık otu olarak görürler, hakkında dedikodu yaparlardı. Ben ise onun kültürlü, genç ve güzel oluşunu kıskandıklarını düşünürdüm.

Saliha abla evli ve çocuksuzdu. Ben on üç on dört yaşların-daydım ve fırsat bulduğum her an Saliha ablanın evine koşardım. Subay olan eşi nöbetçi olduğu akşamlar ben onun evinde kalırdım. Bana okumam için kitaplar verirdi, saatlerce yaşıt iki arkadaş gibi konuşurduk. Sanırım bu sohbetlerden benim kadar o da zevk alırdı.

Onunlayken büyük olduğumu hissederdim. Onun söylediği her şey, bana doğru gelirdi. Saçlarımı onun gibi tarar, onun gibi konuşurdum. Bir süre sonra el kol hareketlerimin, mimiklerimin ona benzediğini fark etmiştim. Hatta o karnabaharı çok sevdiği için ben de karnabaharı çok sevmeye başlamıştım. Okulda hiç sevmediğim fizik dersini o bana sevdirmişti. 

Fizik hocasını hiç sevmezdim. Aksi ve asık suratlı bir kadındı. Ama Saliha ablanın anlatımıyla dersi anlardım: Notu kıt hocadan geçer not almayı bile başarırdım.

Bilmeden Saliha ablayı modelliyor ve aynalıyormuşum. Sevgililerin, uzun süredir evli ve mutlu çiftlerin tavırları, mimikleri hatta kullandıkları dilin benzerlik gösterdiğini biliriz.

Aynalama insanlar arasında bağlantı yaratır. Oturuşumuz, mimiklerimiz, konuşma hızımız, nefes alma tempomuz, giyim seçimimiz, hatta lokantada yemek seçimimizle aynalamayı sağlayabiliriz. Karşımızdaki kişinin kendisine benzer gördüğü her şey, onun ilgisini çeker. Bu benzerliği bilinçli olarak algılaması şart değildir. Hatta çoğu kez bilinçli olarak fark etmez bile. Ama bilinçaltı benzer olanı algılar. Benzerlik bilinçaltına güven duygusu verir.

Aynalamayı öğrenirken katılımcılar en çok, karşımızdaki kişinin kendisini taklit etmemizden rahatsız olup olmayacağını sorar. Kişi elini yanağına götürdüğünde biz de mi götürmeliyiz? Evet. Ama anında değil bir iki saniye sonra. Kişi kollarını kavuşturmuşsa biz de mi kavuşturmalıyız? Ters aynalamayla biz de ayak ayak üstüne atabiliriz

Ama insanlar çoğu kez kendilerini "taklit" ettiğimizi fark etmez. Sadece aramızda bir uyum oluşmaya başladığını hisseder. Çünkü kendisine "benzeyen" bir kişinin yanında rahatlık duyar.

Ayrıca karşınızdaki kişinin de "aynalama" tekniğini bildiğini varsayın. Siz sizinle uyum sağlamaya çalışan, bunun için çaba gösteren birinden hoşlanmaz mısınız? Taklit, en büyük iltifattır.

Günlük yaşamda aynalamayı farkında olmadan her yerde yaparız. Diğer insanlarla benzerlik gösterdiğimiz ortamlarda rahat ederiz. Plajda mayo giyeriz. Herkesle uyum içinde oluruz. Denize elbisesi ya da şalvarı ile giren insanlara bakmaz mıyız?

Bir tatil köyünde herkes kumsalda dolaşan bikinili kızlara değil, aşırı sıcak yaz gününde, tepeden tırnağa kara çarşaflar içinde kumlarda oturan üç kadına bakıyordu. Peki İstiklal Caddesinde bikinili kızlardan biri yürümeye kalksaydı ne olurdu?

Sinemada herkes perdeye bakar, sessiz oturur ve başını hafif yukarı doğru kaldırır. Tüm seyirci salon aydınlanana kadar uyum içindedir. Çıt çıt çekirdek yiyerek uyumu bozan bir seyirci anında çevre koltukta oturanların ters bakışlarına hedef olur. Bazen daha sert tepki bile alabilir.

Bir davete gittiğimizde davete uygun şekilde giyinmek uyumun bir parçasıdır. Sakıp Sabancı'nın evinde verdiği bir partiye gazeteci olarak katılmıştım. Sanatçılar onuruna verilen bir davetti. Herkes şıktı. Gazetecilerin neredeyse hepsi günlük kıyafetleriyle, bazıları kotlarıyla gelmişti. 

Ben bir davetli olarak şık bir gece elbisesi giymeyi seçmiştim. O gece hem Sakıp Sabancı ile hoş bir röportaj gerçekleştirdim, hem daha sonrası için istediğim tarihte bir randevu aldım. Randevum sadece bir saat içindi, sohbetimiz bittiğinde aradan dört saat geçmişti.

Kural olarak, nasıl giyinmeniz gerektiğinden emin olmadığınız ortamlar için şık giyinmek, özensiz giyinmekten iyidir. Herkesin spor giyindiği bir ortamda sizin biraz daha şık olmanız mı rahatsız edicidir, yoksa resmi bir ortamda spor kıyafetle olmak mı?

Aynalama, karşımızdaki kişinin ya da grubun sözsüz davranış modelini ona geri sunmaktır.
Dans öğrenirken öğretmeni aynalarız. Çocuklar doğruyu ve yanlışı büyüklerini aynalayarak öğrenir. Nasihatleri değil, büyüklerin davranışlarını kopyalar. Çocukları birbirleriyle oynarken gözleyin.
 Benzer hareketleri yaptıklarını görürsünüz. Biz çocuğa ulaşmak için onun boy seviyesine inerek konuşmaz mıyız?Aynalamayı kitle psikolojisinde de görürüz. Bazen çok yıkıcı bir şekilde. 

Tek basınayken asla böyle bir şey yapmayacak bireylerin kitlelerle birlikte kendilerinden beklenmeyecek davranışlara girdiğini görürüz. Kurbanın tacizcisiyle "özdeşleşme" sendromu da bir aynalamadır. Çocukken şiddet görmüş insanların büyüdüklerinde şiddet göstermeleri, küçükken tecavüze uğramış kişilerin büyüdüklerinde tecavüzcü olmaları aynalama örnekleridir.

Genç yaşta olanlarınız hatırlamaz ama Amerika'da basın imparatoru Randolph Hearst'ün kızı Patricia Hearst fidye almak amacıyla bir terör örgütü tarafından kaçırılmıştı. Genç kız uzun bir süre fidyecilerin elinde kaldı. Televizyonlarda tefrika gibi takip ettiğimiz kaçırılma olayı bir süre sonra boyut değiştirdi.
Bir gün ekranlarda Patricia'yı elinde tabanca banka soyarken gördük. Bankanın gizli kameralarına kaydedilen görüntülerde genç kız, örgüt üyeleri ile birlikte banka soyuyordu. Kılığı kıyafeti örgüt üyelerine benzemişti ve ismini Tanya olarak değiştirmişti. Tarikat ve kültlerde herkesin benzer giysiler içinde olması ayna-lamayla uyum ortamı sağlamayı amaçlar. Böylece bireyler artık "ben" değil, "biz" haline gelir ve onları istenilen istikamete yönlendirmek çok daha kolay olur.

Aynalamayla karşımızdaki kişi ile iyi bir uyum oluşturduktan sonra farkında olmadan o bizi aynalamaya başlar. Buna NLP'de yönlendirme denir.

Önce Uyum, Sonra Yönlendirme
Uyum sağlamadığınız kişiden sizi dinlemesini, bakış açınızı görebilmesini nasıl bekleyebilirsiniz?
Hareketleri (davranışları) aynalama birkaç şekilde olur.
1) Aynadaki Görüntü: O sağ elini şakağına dayamışsa siz sol elinizi şakağınıza dayarsınız. O sağ elini masaya dayamışsa siz sol elinizi masaya dayarsınız. O sağ bacağını sol bacağının üzerine atmışsa siz sol bacağınızı sağ bacağınızın üstüne atarsınız.
2)  Tıpatıp Aynı: O sağ eliyle çenesini ovuşturuyorsa sizde sağ elinizle çenenizi ovuşturursunuz.
3)  Çapraz Aynalama: O, ellerini göğsünde kavuşturmuşsa, siz bacak bacak üstüne atarsınız. O sağ eliyle saçlarını düzeltirken, siz sol elinizle yakanızı düzeltebilirsiniz.
Ellerini göğsünde kavuşturan bir kişiyi siz de aynısını yaparak aynalamayın. Bu davranış bazen savunma anlamına geldiği için iki savunmadaki kişinin uyum sağlaması zor olur. Ayaklarınızı ya da bacaklarınızı çaprazlamanız yeter. Bilinçaltı, bedenin pozisyonundan masanın altında çapraz duran ayakları bile algılar ve bunu uyum olarak yorumlar.
Birisi kravatını düzeltiyorsa, siz yakanızı düzeltebilirsiniz. Birisi alyansıyla oynuyorsa, siz kol saatinin kayısıyla oynayabilirsiniz. Birisi ağırlığını sürekle bir ayaktan diğerine veriyorsa siz hafifçe öne ve arkaya sallanabilirsiniz. Mesaj kişinin bilinçaltına gidecektir. Bilinçaltı kendisine benzeyen biri olduğunuz
kararını verecektir.
Hareketleri bir iki saniye rötarla aynalamaya dikkat edin. Pozisyon değiştirmeyi ani hareketlerle değil, yavaş ve doğal bir tarzda yapın.
Nefesle uyum sağlama da çok iyi bir yoldur. Nefesle kişinin özüyle uyumlu hale gelirsiniz. O derin ve yavaş nefes alıyorsa siz de öyle alın. O hızlı ve yüzeysel nefes alıyorsa siz de benzer tempoda nefes alın. Size bir ipucu daha. Karşınızdaki nefes alırken söze başlarsanız, söyleyecekleriniz daha iyi ulaşır. Karşınızdaki son sözünü söyleyip nefes verirken susun. Konuşmaya başlamak için nefes almasını bekleyin.
Sevgilinizle veya eşinizle son derece uyumlu olduğunuzu hissettiğiniz bir anda nefeslerinizin ritmine dikkat edin. Aynı olduğunu göreceksiniz. Sevişirken nefes ritmini birbirinize uydurursanız alacağınız haz çok daha güçlü olur.
Yaşamla uyumlu olmak yaşamın ritmine uymaktır. Kendinizle uyumlu olmak kendi ritminize uygun bir yaşam sürmektir. Karşınızdaki kişinin ritmine uymak, doğal olarak aranızda uyum sağlayacaktır. Doğal ritmimize uymadığımızda stres yaşarız. Yaptığımız işten zevk almıyorsak o işle aramızda uyumsuzluk
olduğu içindir.
Kişinin ses temposuyla konuşmak bir başka uyum sağlama yoludur. Çok hızlı konuşan bir görselle, yavaş konuşan bir kinestetiğin uyumu zor olur. Hüseyin Hatemi ile Fatih Altaylı'nın sohbetinin sürükleyiciliğini(!) düşünebiliyor musunuz? Böylesine zıt bir kişiyle iş konuşması yaptığınızı varsayalım. Bu durumda elinizden geldiğince tempoyu uyumlu hale getirmeye çalışın. Ayrıca parmağınızla ya da ayağınızla da kişinin konuşma temposuna ritim tutun.
Konuşma tarzının uyumu önemlidir. Benzer şiveye sahip insanlar birbirlerini hemen tanır. "Sen neredensin kardeş" diye konuşmaya başlar. Siz yabancı bir ülkedeyken yanınızdan geçen birinin Türkçe konuştuğunu işitseniz o kişiye yakınlık duymaz mısınız? Büyük olasılıkla Türkçe bir şeyler söyleyip bu kişiyle konuşmaya başlarsınız. Aynı kişiyle Türkiye'de karşılaşsanız belki yüzüne bile bakmazdınız.

Hatta ortak bir dil bile bu uyumu sağlamaya yeter. Japonya'da tanıştığım Amerikalı bir kızla aynı dili konuştuğumuz için yakınlaşmıştık. İkimiz de yalnız seyahat ediyorduk. Kısa bir sohbetten sonra otelde aynı odayı paylaşmaya karar verdik. Böylece hem masraflarımızı kısmış, hem de birlikte gezerek hoş vakit geçirmiştik.

Ses tonuna uyum sağlamak bazen şart olabiliyor. Bağıra çağıra kavga eden iki kişiyi ayırmak için ne yaparsınız? Siz de aynı şekilde "Durun! Durun! Bir dakika! Beni dinleyin!" diye bağırarak araya girersiniz. (Uyum). Sonra yavaş yavaş sesinizin tonunu düşürerek onları sakinleşmeye davet edersiniz.
(Yönlendirme). Onlar da size uyum sağlayarak ses tonlarını yavaşlatırlar ve kavga sona erer. Onlar bağıra çağıra kavga ederken siz kibarca ve sakin bir ses tonuyla müdahale etmeye kalktığınızda suratınıza bir yumruk bile yiyebilirsiniz. Uyum kurmadan onları yönlendirebileceğinizi mi sanıyordunuz yoksa?

Geçen ay sesimi tümüyle kaybetmiştim. Ancak fısıltıyla konuşabiliyordum. İşyerinde tüm arkadaşlar da benimle fısıltıyla konuşuyordu -farkında bile olmadan. Durumun komikliğini görünce, NLP'yi iyi öğrenmişsiniz, diye takıldım. Hep birlikte gülmeye başladık. Tabii ben fısıltıyla gülüyordum. Nasıl bir gülme olduğunu tahmin edin. İşin daha da komik yanı ertesi gün de fısıldamaya devam ediyorlardı.
Doğal uyum.Sık kullandığımız deyimler bile bir süre sonra sevdiklerimiz tarafından kullanılmaya başlanır. Ben "Nasılsın?" diyene, "Harikayım"diye yanıt veririm. TRT radyosunda yaptığım haftalık programlarda artık telefon arkadaşlarım da "harikayım" diyor.

Birlikte yemek yediğinizde aynı hızla yemek yemeye özen gösterin. Birisi yemeğin yarısına gelmeden diğerinin tabağını silip süpürmesi karşı tarafta rahatsızlık uyandırır -rahatsızlık duymasının sebebini fark etmese bile. Lokantada aynı şeyi ısmarlayarak da uyum sağlayabilirsiniz. Sizin seçtiğiniz bir yemeği masadaki bir başkası da, ben de aynısından istiyorum, diye seçtiğinde bu olumlu bir duygu yaratmaz mı? Seçiminizin beğenilmesi güzeldir. Bunun bir başka yararı daha vardır. 
Özellikle ısmarlayan diğer kişiyse.Karşımızdaki kişinin bütçesini bilmiyorsak onun ısmarladığından ısmarlamak en emin yoldur. O sadece bir çorba ısmarlamışsa, sizin karides kokteyli ve filet mignon arkasından da kapuçino, tiramisu ve Napeleon konyak ısmarlamanız bütçesinde büyük bir delik açabilir. Ya da birlikte bulaşıkları yıkamak zorunda kalabilirsiniz. Özellikle ilk kez yemeğe çıkacağınız potansiyel romantik bir randevuda dikkat! Partnerinizin sizinle birlikte olmaktan zevk alması yerine, onun ecel terleri dökmesine sebep olabilirsiniz.

Yemekte uyum önemlidir. Vejetaryenle evli bir etoburu düşünebiliyor musunuz?
Önce uyum sonra yönlendirme. Aynalayarak uyum sağladığınız kişi sizi aynalamaya başladığında yönlendirme noktasına geldiniz demektir. Artık yaratmak istediğiniz sonuca doğru yol alabilirsiniz.
Aynalama egzersizlerini parkta, metroda, kafede tanımadığınız kişileri aynalayarak deneyin.
Yeni tanıştığınız kişilerle deneyin. Pratik yapın.
Eğitime katılanların sıklıkla sordukları sorulardan biri de kişiyi aynalamanın bir manipülasyon yolu olup olmadığıdır. 
Önce uyum sağlanmadan hiçbir iş, aşk ve sosyal ilişkinin yürümeyeceğini hatırlayalım. Aynalama bir uyum sağlama yoludur -görsel ve sözel uyumla birlikte. İnsan kendine benzeyen kişilerle birlikte olmayı seçer. Manipülasyon, kişinin kendi çıkarları uğruna başkalarını kullanmasıdır. Yani bir kazan-kaybet oyunudur. Manipülasyonda sömürü vardır. 
Gerçek anlamda başarılı insanların hepsi kazan-kazan oyununu oynar. Karşı tarafın maddi ve manevi kazancının eşit olmadığı ilişkiler uzun sürmez. Sürse de sağlıklı olamaz. Amaç ve niyet önemlidir. Ayrıca özü, sözü ve davranışı uyum içinde olmayan kişiler zaten tutarsız ve güvenilmez bir tavır sergiler. Kişinin kendi içinde uyumlu olmasını "doğal" davranıyor diye tanımlarız. Doğallık çekicidir. En kaba doğallık, en kibar sunilikten etkilidir. İki insan arasında uyum, bir akışın olduğunu gösterir. Doğallık kişinin kendi doğasıyla akışıdır.

Bazen uyum kendiliğinden olur, bazen uyum yaratmak için değişik stratejiler kullanırız. Yaratıcı olmak durumunda kaldığımız anlar olabilir. Misafir olduğum bir evde temizlikçi kadın aldığı bir telefondan sonra yere yığıldı. Ev sakinleri telaşla koşuşturmaya başladı. Kimi limon kolonyası arıyordu, kimi telefondaki kişiyle konuşmaya çalışıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hemen kadının yanına boylu boyunca uzandım. Onun aldığı şekilde hızlı nefes almaya başladım. 

O karnını tutuyor, ben de tutuyordum. Bir süre nefes alışımız tamamıyla aynıydı. Uyum sağladığımızı hissettiğim an, nefesimi yavaşlatmaya başladım. O da nefesini yavaşlatmaya başladı. Gittikçe derin nefesler almaya başladım. 

O da derin nefesler almaya başladı. Yeterince sakinleştiğinde gözlerini açtı. Ben yavaşça doğruldum. O da doğruldu. Kendine gelmişti. Tüm bunlar bir iki dakika içinde oldu.Telefonda kızının sevdiğine kaçtığı haberini almıştı. Kızı dayısının oğluyla nişanlıydı; alkolik ve dayakçı baba bu durumu bir faciaya dönüştürebilirdi.

Başkalarına yardım etmek için de önce uyum sağlamak gerekiyor.Peki istemediğiniz halde uyum sağlanmışsa ne olacak? Örneğin; karşınızdakini kırmamak için uyum sağlamış göründüğünüzde ve kişiden kurtulamadığınızda? Uyku gözlerinizden akıyor ve ev sahibi oğlunun düğün videosunu size seyrettirmeye kararlı. Sık sık saatimize bakarak ve koltukta yatar vaziyette oturarak uyumu bozmaya çalışırız değil mi? Sonunda ayağa kalkarak videoyu bir başka zamanda izlemekten mutluluk duyacağımızı söyleyerek evimize gitmeye çalışırız.

Bir görüşmenin ya da toplantının bittiğini biz otururken karşımızdaki kişinin ayağa kalkmasından anlamaz mıyız? Oturma uyumu bozulmuştur. Gitme zamanı. İkili görüşmelerde kişi ayağa kalkmadan önce uyum bozucu sinyalleri vermeye başlar. O noktadan sonra söyleyeceklerimiz amaca hizmet etmez. Hatta zarar bile verebilir.

NLP gözlem yeteneğimizi geliştirmeyi de amaçlar. Çoğumuz tesadüfi uyumların sağlandığı hayatlar sürüyoruz. Çok istediğimiz halde uyum sağlamayı bilmediğimiz için projemizi yetkili konumdaki kişiye kabul ettiremiyoruz. Uyum sağlamayı bilmediğimiz için çok istediğimiz halde bazı kişilerle arkadaşlık kuramıyoruz. 

Çok istediğimiz halde bedenimizle uyum sağlamayı bilmediğimiz için sağlıklı ve ince bir bedene kavuşamıyoruz. Düşünce ve duygularımızla uyum sağlayamadığımız için kendimiz olamıyoruz.
Olmayacak duaya amin demek başka şey, olabileceği halde tesadüfi uyumlar olmadığı için gerçekleşemeyen dualara amin demek başka şey.

Kimi tesadüfleri göremez. Kimi tesadüfleri değerlendiremez. Kimi tesadüfleri değerlendirmeyle yetinir. Kimi tesadüfleri yaratır.

NLP tesadüfleri görebilme, değerlendirebilme ve yaratabilme sanatıdır.


NLP Teknikleri  - Metaprogramlar

Uyanık ya da uykuda olduğumuz her an, dış dünyadan duyularınız aracılığıyla milyonlarca veri alıyoruz. Ama bilincimiz aynı anda ancak beş ile dokuz arasındaki veriye odaklanabilir. Siz, yedi rakamlı bir telefon numarasını belleğinize kaydetmeye çalışırken ikinci bir telefon numarasını da aynı anda aklınızda
tutamazsınız.

Şu anda bulunduğunuz mekana ait tüm veriler bilinçaltınızda kayda geçiyor. Sadece veriler mi? Mekanla ilgili düşünce ve duygularınız, orada otururken kafanızdan geçen başka şeylerle ilgili düşünce ve duygularınız, anılarınız, umutlarınız, beklentileriniz ve korkularınız, kendinizle yaptığınız iç konuşmalarınız, üzerinizdeki elbisenin, ayakkabının rengi, rahatlığı vb. her şey ama her şey bilinçaltında kayda geçiyor.
Ama size gözünüzü kapattırıp odanın duvarlarının rengini sorsam belki ona bile yanıt veremezsiniz. Özellikle ilk kez bulunduğunuz bir mekansa. 

Oysa derin hipnoz esnasında odayla ilgili her türlü soruya rahatlıkla yanıt verebilirsiniz. Hipnozla iki telefon numarasını da tekrarlayabilirsiniz.

Bilinçaltı devasa bir üç boyutlu sinema arşivi gibi her şeyi depoluyor. Bizim her şeyi hatırlamamamız ise bir lütuf. Her şeyi hatırlamak zorunda olsaydık onca gereksiz veri bombardımanı altında çıldırırdık herhalde. Ömür boyu depoladığımız her şeyi aynı anda hatırladığımızı bir düşünsenize.

Delirmek, çok şeyi aynı anda hatırlamak ve bu verilerle baş edememek olmalı. Aynı anda bizden bir şeyler talep eden eşimizin, annemizin, babamızın, patronumuzun, çalışanlarımızın, arkadaşlarımızın çocuklarımızın ve kendimizin isteklerini karşılamak durumunda kalsaydık... delirmez miydik? Akü hastanelerinde niye daha çok kadının olmadığına şaşıyorum. Onlar son, beş bin yıldır bu tür taleplerle yaşamlarını sürdürüyorlar da. 

Aynı anda süper anne, süper eş, süper kadın ve süper çalışan olma durumu. Neyse bu kitap kadın haklarıyla ilgili değildi galiba.

Aynı anda birkaç şeyle ilgilenmek durumunda kaldığımızda bile aklımız karışıyor. Hiçbirine doğru dürüst odaklanamıyoruz, günlük yaşamımızda her an seçici algılama yapıyoruz. Çevrenizde ilgilendiğimiz, ilgimizi çeken şeylere odaklanıyor, diğer eyleri görmüyoruz, duymuyoruz, hissetmiyoruz. Eğer hamileyken -pek birdenbire çevremizde ne kadar çok hamile kadın olduğunu park ediyoruz. Kırmızı araba almışsak yollarda ne kadar da çok kırmızı araba olduğu dikkatimizi çekiyor. Hamile olmayan kadınlar ya da kırmızı olmayan arabalar dikkatimizi çekmiyor. Onları bir anlamda algılamamızdan siliyoruz.

İnsanları ilgilendiren konular, olaylar, kişiler farklı farklıdır. Ama algıladığımız şeyleri düzenleme ve anlam kazandırma yollarımızla ilgili belirli temel yollar vardır. Bilgisayarla iletişimde bulunabilmek için, yazılımı anlamak zorundayız. Karşımızdaki kişiyle sağlıklı iletişim kurmak için de onun zihninin yazılımını anlamamız gerekiyor. Kişi hangi verileri zihninden siliyor, hangi verilere odaklanıyor?

Her bireyin kendi haritasına özgü odaklanma metotlarına metaprogramlar diyoruz.
Metaprograma, iletişim kapılarını açan anahtarlar da diyebiliriz. Kişinin yarım bardak suyu yan dolu ya da yan boş olarak tanımlaması iyimserlik ya da karamsarlık göstergesinden çok metaprogram tarzıdır.
Birbirinden farklı altı metaprogram vardır.
Metaprogram 1: Benzerlik ya da Farklılık
Madonna ve Elvis Presley

Gandhi ve Hitler
Bili Gates ve Kraliçe Elizabeth
Bu isimler yan yana geldiğinde sizde ne tür bir çağrışım yapıyor? İki ünlü şarkıcı, dünyayı değiştiren liderler, dünyanın en zengin kişileri listesinden iki isim gibi tanımlar yapıyorsanız benzerliklere odaklanıyorsunuz. Bir kadın, diğeri erkek ya da biri yaşıyor diğeri ölmüş, biri iyilik, diğeri kötülük timsali kişi, birisi kendisi kazanmış diğeri unvan yoluyla hazıra konmuş zengin vb. türü tanımlar yapıyorsanız farklılıklara odaklanıyorsunuz.
Tıpkı temsil sistemleri gibi zihnimizde bu süreci otomatik olarak yaparız. Peki kişinin benzerlik ya da farklılık odaklı olduğunu bilmek ne işe yarar?
Bir arkadaşım, zengin ama her diktiği elbisede kusur bulan bir müşterisinden şikayet ediyordu. Elbiseyi ne kadar mükemmel dikerse diksin müşterinin ille de bir hata bulmasından bıkmıştı. İyi bir kazançtan vazgeçmeyi göze alarak müşterisine bir daha hiçbir şey dikmeyeceğini söylüyordu. Arkadaşıma yeni bir taktik uygulamasını önerdim. Bir dahaki sefere prova yaparken hataları önce kendisinin bulmasını söyledim. Arkadaşım aslında diktiği elbiseden hoşnut olduğu halde belinin biraz daha dar olması, omuzların biraz daha yüksek tutulması gerektiği gibi "kusurlar" bulduğunu müşteriye söyledi. Müşteri sıkı bir farklılıkçı olarak tabii ki arkadaşımla hemfikir olmadı ve her şeyin olduğu gibi kalmasını istedi.
 Patronunuz yaptığınız her işte muhakkak eksik olan bir nokta buluyorsa bunu kişisel algılamayın. Yaptığınız işin değerinin bilinmediğini düşünmeyin. Farklılıkçılar hemfikir olmamayı "kendisinin titiz biri olduğunun" göstergesi kabul ederler.

Farklılıkçı bir kişiye "yemek çok güzel olmuş" diye iltifat ettiğinizde o yemeğin tuzunun biraz fazla olduğunu söyleyecektir. Gittiği filmin güzel olup olmadığını sorduğunuzda "fena değildi ama geçen hafta seyrettiğim film kadar etkileyici bulmadım" diyecektir.

Bir ürünün daha yeni ve farklı versiyonu nüfusun yüzde otuz beşini teşkil eden farklılıkçılara hitap eder. "Siz hala annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz?" reklamı benzerlikçiler üzerinde pek etkili olmaz. Çünkü benzerlikçiler iyi sonuçlar alacağını deneyimle bildiği annesinin margarinini kullanmayı tercih eder.
Farklılıkçı bir çalışan, projede hatalar bularak işi yavaşlatmaya neden olur ama bu kişinin benzerlikçilerin göremediği şeyleri görerek ileride çıkabilecek vahim sonuçları engelleyebilecek yararları olduğunu da takdir edin. Ayrıca farklar yaşamın renkleridir. Değişik ortamlarda bulunmayı gerektiren işlerde bir farklılıkçının çalışması daha uygundur.

Benzerlikçilere, yapacağı bir şeyin tıpkı daha önce yaptığı bir işe benzediğini söylerseniz onu kolaylıkla motive edebilirsiniz. "Geçen sene aldığın projedeki engelleri nasıl da kolaylıkla aşmış ve başarılı olmuştun. Bunu da aynen başarabilirsin", dediğinizde kendine güveni geri gelecektir. Benzerlikçi kişiler "aynen", "gibi", "benzer" türü sözcükler kullanmayı severler. Benzerlikçi kişi çoğu kez "uyumlu" kişi olarak algılanır. Onu, aynı giysilerle aynı aksesuarları kullanmasından, her sene tatilini aynı yerde geçirmek istemesinden, aşina olduğu aynı restoranlara gitmeyi tercih etmesinden de tanıyabilirsiniz. Benzerlikçi bir kişiye yazlık ev ya da devre mülk tatil evi satmak daha kolaydır. Farklılıkçı bir kişiye onu her yaz aynı yere gitmeye mahkum edecek bir tatil devre mülkü satmanızın hiç de kolay olmadığını söyleyebilirim.

Boğaz köprüsünün gişelerinde çalışan memurların o biteviye tekrarlanan işi yapabilmek için benzerlikçi kişiler olduklarını düşünürüm her köprüden geçişimde. Esneklik ve değişkenlik içeren bir iş için ise farklılıkçı kişiyi işe almak daha uygundur. Kişilerin çalışacağı işlerin kendi metaprogramlarına uygun olması mutlulukları açısından önemlidir.
Söze sıklıkla, "evet", "ama" diye başlayan kişi, sıklıkla, "bilmiyorum", "bir şey eksik", "farklı", "fena değil", "belki" sözlerini kullanan kişi farklılıkçıdır. Onları motive etmek için ters psikoloji kullanmak etkili olur. "Bu sorumluluğu üstlenebileceğini pek düşünmüyorum, ama..." dediğinizde farklılıkçı kişi hemen atlayarak boşluğu dolduracaktır. "Gecen sene kimsenin üstlenmeye yanaşmadığı o projeyi nasıl başarıyla tamamladığımı hatırlamıyor musun?" diye yanıt verecektir size.

Peki benzerlikçi bir kişiyle farklılıkçı bir kişinin evliliği nasıl olur? Yaklaşımlarım kişisel algılamadıkları, birbirlerini hatalı bulmadıkları sürece hiç de fena olmayabilir. Önemli olan anlaşmazlıklar çıktığında algılama şekillerimizin farklı olduğunu hatırlamaktır.
Tanıdığım böyle bir çiftin evliliği eğlenceli bir şekilde sürüyor. Birkaç sene önce NLP eğitimine birlikte katılan bu çift sorunlarının büyük bölümünün benzerlik/ farklılık algılamasından kaynaklandığını fark etmişti. Kadın artık eşinin tatil anlayışının deniz kıyısında oturup kitap okumak olduğuna aldırmıyor. Ona, "benzerlikçi sevgilim" diye seslenerek kendisi yöreyi fethetme yürüyüşüne çıkıyor. Tabii akşamüstü yürüyüşlerini birlikte yapıyorlar. Erkek, "farklılıkçı" eşinin değişik restoran arayışlarına itiraz etmiyor. Tabii mönüde köfte pilav olduğu sürece. Eşinin garsonla çekişmesini de aldırmadan izliyor. Karısının işyerine, bir gün takım elbiseyle uğrayıp onu daha önce hiç gitmedikleri lüks bir restorana götürdüğünü de gururla anlatıyor. Bu, hayatında kravat takmayı reddetmiş bir kişi için oldukça "farklılıkçı" bir davranış.
Çiftler sevgilerini partnerlerinin algılama şekillerine uygun jestler yaparak da gösterebilir.

Metaprogram 2: Hazza Yaklaşmak - Acıdan Uzaklaşmak

İnsanda iki temel dürtü vardır: haz ve acı. Sobaya elimizi değdirmekten kaçarız. Çünkü bize acı verir. Masanın üzerinde duran çikolataya yöneliriz. Çünkü bize haz verir.
Kilolu arkadaşıma, zayıflamanın yolunun egzersizi günlük yaşamına sokmasından geçtiğini söylüyorum. O, egzersizi yorucu ve sıkıcı bir şey olarak algıladığı için egzersizden çeşitli bahanelerle kaçıyor. Ben ise egzersizi günlük yaşamımda bana enerji veren, enerjimi artıran bir aktivite olarak algılıyorum. İstediğim şeyleri yapmam için çok enerjiye ihtiyacım var, enerji jeneratörü olan egzersiz benim için harika bir şey diye düşünüyorum... ve hazza yöneliyorum. Ben haftanın yedi günü egzersiz yaparken, arkadaşım -gerekli olduğunu bildiği halde- yapmıyor; çünkü o, acıdan uzaklaşmaya odaklı.
Başka bir arkadaşım asansöre binmekten korktuğu için (acıdan uzaklaşmak) merdivenleri oflaya puflaya çıkıyor. Ben yürüyerek çıkmayı sağlığıma yararlı bulduğum için (hazza yaklaşmak) asansöre binmiyorum. Komik olan yedi- sekiz yaşındaki çocukların bile bana neden asansöre binmediğimi sormaları oluyor. Büyüklerin çoğu da asansöre binmekten korktuğumu varsayıyor. Özellikle on beşinci kata yürüyerek çıktığımı gördüklerinde. İnsan nüfusunun çoğunluğunu uzaklaşma odaklılar oluşturuyor.
Metaprogramları bilmenin yararlarından biri de, eğer kendi metaprogramımız önümüzde bir engel teşkil ediyorsa onu yeniden programlayarak hizmete sokmaktır.
Örneğin; egzersizi enerji artırıcı hazza yönelik harika bir şey olarak değil de, yorucu, sıkıcı bir şey olarak algılayan arkadaşım motive olamaz. O şişmanlıktan kaçmaya çalışıyor. O zaman acıdan kaçmayı sağlayan bir yöntem bulmak gerekiyor. Şişman olmaktan duyduğu rahatsızlık tek başına onu motive etmiyor. 
Zayıfladığında bedeninin sağlığa ya da güzelliğe kavuşması da onu motive etmeye yetmiyor. Onu motive edecek şey, kaybetmeyi göze alamayacağı bir şey olabilir. Bir doktorun sağlığını kaybedebileceği uyarısı, eşini evlilik dışı ilişkilerle kaybetmek, hatta yaşamını kaybetmek olabilir. Bazen iddiayı kaybetmek bile motive edici olabiliyor.
Bu arkadaşıma her gün egzersiz yapacağına dair söz vermesini istiyorum. Sözünü tutacağını biliyorum. Ama henüz söz vermeye karar veremedi. Çünkü söz verip de yapmamanın utancını göze alamıyor. Herkesin kendi değer hiyerarşisine göre, kaybetmekten (acıdan) kaçınacağı bir şey vardır. Herkes her şeyi yapabilir. Önemli olan kişiye özgü kaçınacağı ya da yaklaşacağı kaldıraç noktasını bulabilmektir.
Yeme bağımlılığı da bir acıdan kaçma, bastırılmış incinmeleri avutma yoludur. Ancak bu kaçışın bedeli olan şişmanlık, kaybetmeyi göze alamayacağı daha büyük bir bedeli ödemeyi karşılamıyorsa aşın yemekten vazgeçeriz. Bir acıdan kaçmayı, daha küçük bir acıdan kaçma bedeliyle ödemenin temelinde de kişinin daha az acı olan "Hazza odaklanması" yatar. Bu acıdan kaçmanın hazzı(!) sizin için ne ise.
Alkol, uyuşturucu, uyarıcı (buna yasal uyuşturucu olan antidepresanlar ve Prozac gibi yasal uyarıcılar da dahil) gibi maddelerin yaygın kullanımında kişilerin amacı acıdan kaçmaktır. Duygusal acıların hissedilmemesini kişi geçici bir haz duygusu olarak algılasa da.
Eğitimlere katılanlarda bunu sıkça gözlüyorum. Eğer kişi kendini geliştirme hazzına odaklanmışsa eğitimleri ne pahasına olursa olsun kendisiyle yüzleşmeyi göze alarak sonuna kadar götürüyor. Eğer katılımcı acıdan kaçmaya odaklı biriyse eğitimlere ancak dibe vurduğunda katılıyor. Eğitimlerde yaşadığı farkındalıklar ve deneyimlerle kendisini iyice hissetmeye başladığında ise eğitimi bırakıyor. Onun istediği sadece acıdan kaçmak, kendini daha da geliştirmek değil. Hatta eğitim kendisiyle yüzleşmeyi gerektirdiği için o eğitimi bırakarak "acıdan kaçıyor" -neleri kaçırdığını, daha kaliteli bir yaşam olanağında neleri kaybettiğini bilemeden. Daha sonra daha büyük bir bedel ödeyeceği gerçeğini kısa vadede erteliyor ya...
Eğitimin "Kendin Olmak" bölümüne zamanı elvermediği(!) için çok istediği halde(!) katılamadığını söyleyen bir katılımcının sonradan itiraf ettiği, "Aslında ne kadar gelişkin biri olduğumu kanıtlamak için eğitimlere başlamıştım, ama eğitim ilerledikçe hiç de sandığım gibi biri olmadığımı gördüm. Bunun daha fazla ortaya çıkmasından korktuğum için de kaçtım" sözünü hiç unutmuyorum.
O kendisini her zaman mutlu ve olumlu düşünen biri olduğuna inandırmayı seçmişti. Grup arkadaştan ise onun zaaflarını görebiliyordu.. Bu arkadaş aslında eğitimden değil, kendisiyle yüzleşmekten kaçıyordu. İnsan kendisinden ne kadar kaçabilir ki? Özgürleşmenin yolu zaaflarımızı kabul etmekle başlıyor.

"Aslında öyle büyük sorunlarım yok ama hayattan tam anlamıyla keyif aldığımı da söyleyemem."
"Mutsuz değilim ama mutlu da değilim."
"Kendimi geliştirmeye ihtiyacım var" bakış açısıyla eğitimlere katılanlar ise hem tüm eğitimleri tamamlıyor hem de büyük dönüşümler yaşayarak mutlu olmanın bir bilinç boyutu olduğunu zihinlerinde ve yüreklerinde idrak ediyorlar. 

Bu tür hazza odaklı kişiler için kendileriyle yüzleşerek kendilerini kucaklayabilmek, kendileriyle kucaklaşarak özgürleşmek çekici ve geliştirici bir süreç olarak algılanıyor. Yaşamda her sorun, bir algılama 
sorunudur. Her türlü gelişim de algılamanın genişlemesiyle mümkün oluyor.
Özgürleşmek, acıdan kaçmaya odaklı kişi için bağımlılık maddesi olan nesne, kişi ya da aktiviteden "yoksun kalmak", gelişme arzusu içindeki kişi için ise "potansiyelini ortaya çıkarmak" anlamına gelir. Örneğin; acıdan kaçmaya odaklı kişinin sigarayı bırakmak istediğini düşünelim. O, sigaradan "yoksun" kalacağına odaklandığı sürece sigaradan özgürleşemeyecektir. Hazza yönelik kişi ise, sigarayı bıraktığında kendini sağlıklı hissedeceği ödülüne odaklanarak sigaradan özgürlesin İş yaşamında şirketler çalışanlarını motive etme yolları üzerinde eğitimler alırlar. Genellikle önerilen yollar çalışanlara değişik "havuçlar" göstermeyi içerir. Bu yollar hazza odaklı çalışanları motive eder. Gelecekte vaat edilen bir terfi, bir tatil, bir ikramiye hazza odaklı çalışanlar için iyi havuçlardır. Acıdan kaçma odaklı kişilerin motive olması için başlarına kötü bir şey gelebileceği, bir problem yaşayacakları kaygısını taşımaları gerekir. Bu iş belirlenen tarihte tamamlanmazsa büyük zorluklar yaşayacağız, işimi kaybedebilirim, konumumu kaybedebilirim gibi "kırbaçlar" acıdan kaçma odaklı kişiler için "havuç"tan daha etkilidir. Rahatlık, uzaklaşan odaklı kişi için motivasyon düşürücüdür. Bir anlamda hem sorunsuz olmak ister hem de rahatlık batar. Motivasyon odaklanması farkını bilmeyen yönetici, uzaklaşan odaklı bir çalışanın onca ödüle rağmen neden poposunu kımıldatmadığını bir türlü anlayamaz. Onu bir "acı" yaratarak harekete geçirebileceğini bilseydi o zaman bu kişinin verimli çalıştığına da şahit olurdu.

Acıdan kaçmaya odaklı çocuğunuzu, sınıfını geçmesi halinde bisiklet kazanacağı vaadiyle motive edemezsiniz. Ama, sevdiği bir şeylerden mahrum kalma ihtimali ya da sınıfta kaldığı takdirde sevdiği kızdan/oğlandan -o bir üst sınıfa geçeceği için-ayrılacağı korkusu motive edici olabilir. Kötü karne yüzünden intihar eden çocukların tümü, dayak yeme ve aşağılanmanın acısından kaçmak için bu dönüşü olmayan yolu seçmiştir.

Yaratıcılık, vizyon, misyon vb. hedefleri belirleme gerektiren işlerde hazza odaklı kişiler uygundur. Gerçekçilik, ayakların yere basması, sorunların çözülmesi, detaylara önem verilmesi gereken işlerde ise acıya odaklı kişiler seçilmelidir.

Siz bir otomobil satıcı olsaydınız arabanın motor gücünü ya da çok uzun süre tamir derdi çıkarmayacağını hangi tür alıcı için ön plana çıkarırdınız?

Siz bir işveren olsaydınız muhasebeci ve satış bölümüne hangi odaklı çalışanı seçerdiniz?
Sizce mantık ya da aşk evliliği yapmayı tercih edenler neye odaklıdır?

Sizce Özal ve Ecevit neye odaklı liderler?
Motivasyon stratejilerini bilmek eş, iş seçiminde hatta çocuklarınızın yapısına göre farklı yaklaşımlar göstermenizde son derece işe yarayacaktır.

Hiç kimse saf acıdan kaçan ya da hazza yaklaşan odaklı değildir. Ama ağırlıklı olarak biri bizi daha çok motive eder. özellikle önem verdiğimiz konularda. Bazen bize hizmet etmesi açısından odağımızı belirli bir konuda değiştirebilecek kadar esneklik kazanmak, yaşam kalitemizi artırmak açısından gerekli alabilir. Özellikle istenmeyen alışkanlıklarımızı değiştirmek için hazza yakınlaşma odaklanmasını seçmek işimizi kolaylaştırır.

Yılbaşı büyük ikramiyesini kazanmanız halinde ne yaparsınız diye halka yöneltilen sorulara verilen yanıtlar iki zıt yaklaşım açısından ilginçti.

Acıdan kaçanların verdiği yanıtlardan birkaçı:
Önce eşimi boşardım.
Hemen borçlarımı öderdim.
Bana dar gelen evimden hemen çıkardım.
Beni boğan işimden hemen istifa ederdim.
Hazza yönelik kişilerin yanıtlarından birkaçı da şöyleydi: Derhal bir dünya turuna çıkardım.
Kendimi özgür hissedeceğim kocaman bir çiftlik satın alırdım. Kendi işimi kurardım.
Sevdiğim kişiyle evlenir, birlikte hayallerimizi gerçekleştirirdik.
Metaprogram 3: İç Referanslılar - Dış Referanstılar
Başkalarının ya da toplumsal yargıların etkisinde kalan biri misiniz? Başkalarının değer yargılarından fazla etkilenmeyen biri misiniz? Seçimlerinizi kim ve ne belirtiyor?
En çok satan kitapları okumaya ya da birisinin önermesiyle kitap almaya mı yatkınsınız? Okuyacağınız kitapları siz mi seçersiniz?
Modayı takip eder misiniz? Moda olmasa da kendinize yakıştığına inandığınızı mı giyersiniz?
Aileniz evlenmek istediğiniz kişiyi size uygun bulmazsa tepkiniz ne olur? Vazgeçer misiniz? Önce onları ikna etmeye mi çalışırsınız? Yoksa kendi bildiğinizi mi okursunuz?
Sizin için hangisi daha önemlidir:
Yaptığınız bir işten dolayı bol bol övgü almak?                     '
Başkaları öyle düşünmese de sizin başarılı olduğunuzu hissetmeniz?
Son kararı vermek için danışma merkeziniz içinizde mi dışınızda mı?                                                                           
Dış referanslı kişiler için takdir görmek, onaylanmak, beğenilmek, kabul görmek önemlidir. Ait olma duygusu ve "biz"in bir parçası olma uğruna birey olmak ikinci plana atılır. Dış referanslı kişinin bir eğitime katılması için arkadaşlarının bu eğitime katılmış ve övgüyle söz etmiş olması yeterince ikna edicidir. Bu kişiye, başaracağına inanıyorum, yapabilirsin, türü yaklaşımlar, onurlandırıcı sözler söylenmesi, sırtının sıvazlanması, ödül kazanması onun motive edilmesini ve ikna olmasını sağlar.
İç referanslı kişiler için, kendilerinin kendilerini ikna etmesi önemlidir. Yaptıkları işten dolayı herkesten takdir görseler de, kendilerinin başarılı olduklarını hissetmeleri daha önemlidir. Kendileri ikna olduğu sürece başkalarından gelen eleştiriler onları pek ilgilendirmez. İçgüdülerine güvenirler. Birey olmak çok önemlidir. Herkesin onay verdiği bir şeye itiraz onlardan gelir. Gerçek liderler iç referanslı kişilerden çıkar. Yoksa her kafadan çıkan eleştiriler altında ezilmek işten bile değildir. Ama etkin bir lider, başkalarının fikirlerini de dinlemeyi ve bu fikirlerden yararlanmayı bilir. Yoksa, ben yaptım oldu, diyen diktatörlere dönüşebilir.
İç referanslı kişiyi ikna ve motive etmek için ona kendi diliyle hitap etmek gerekir -yani yine kendisinden örnekler vererek:
"Geçen sene buna benzer bir öneriye olumlu yaklaşmıştın."
"Senin de bildiğin gibi..."
"Bunu benden iyi biliyorsun..."
Onu ikna edecek tek kişi kendisidir.

Onu bir kitap okumaya, bir filmi görmeye ikna etmek için, onun beğendiği benzer bir film ya da kitaptan yola çıkarak ikna edebilirsiniz. Karısı eğitimime katılan bir erkek, bir sonraki eğitime karısının ona daha önce katıldığı bir eğitimden kazandıklarını örnek göstererek ikna etmesiyle gelmişti. Karısının kendisine karşı yaklaşımının olumlu bir şekilde değişmesiyle, bu değişimin kaynağını kendi gözleriyle izlemek istemişti.
İç referanslı olmak bireyselliği geliştirir. Ama "biz" olmayı da öğrenemezse, katı tutumlu bir insana da kolaylıkla dönüşebilir. Bir şirket çalışanları için verdiğim eğitime katılan böyle biri üç gün boyunca halının renginden, eğitimi nasıl vermem gerektiğine kadar her şeyde kusur bularak hem kendine, hem mesai arkadaşlarına eğitimi zehir etmekten adeta keyif alıyordu. Aynı zamanda acıya odaklı biri olduğunu söylememe gerek yok değil mi? Aslında, eğitime katılması için şirketin kendisini zorlamasına tepki duyuyordu. Ona eğitimden kazanacaklarına odaklanmamakla kendisinin kaybettiğini söyledim. Bu sözümden sonra mucizevi bir şekilde tutumunu değiştirdi. Çünkü kaybetmek istemiyordu. Ondan hiç beklenmeyecek bir şekilde üç gün boyunca "yanlış" yaptığını gruba itiraf etti. En azından kalan dört saati kazançlı kılmak istediğini söyledi. Bir mucizevi şey daha yaptı. "İletişim ve ilişkiler" başlıklı bir başka eğitimime kendi isteğiyle katıldı. Bu kişinin daha sonra tanık olduğum değişimlerini şu anda hatırlamak bile içimi sevinçle dolduruyor. Hayat denilen serüven gerçekten mucizelerle dolu.
Metaprogram 4: Bağımsızlar - Düzenciler
İş dünyasında en büyük sıkıntı bağımsız-düzenci ayrımı yapılmamasından çekilir. Özellikle dokuz-beş çalışılan yerlerde. Günümüzün en az sekiz saatinin geçtiği bir yerde bu metaprograma önem verilmemesi hiç de verimli bir sonuç doğurmaz. Bazı insanlar denetim altında ya da belirli kurallar içinde çalışmaktan hoşlanmaz. Serbest ortam içinde en yüksek performansı gösterirler. Bağımsız kişiler çoğunlukla bir şekilde kendi işlerini kurar. Bir şirket içinde ise onlara özgürlük ortamı verdiğiniz ölçüde verimleri artar.

Düzenciler ekip işlerinde başarılıdır. Kuralların baştan bilinir olmasını isterler. Çalışma ortamı sıcak, güvenli ve maaşı yeterli olduğu sürece uzun yıllar aynı firmada çalışır hatta emekli olurlar.
Bağımsız kişileri ekip çalışmasına dahil ettiğinizde son derece rahatsızlık duyarlar. Çünkü başkalarına tabi olmak zorunda kalırlar. Girişimcilik ruhu bağımsızların özelliğidir. Ama şirketin düzeninin tıkır tıkır işlemesi düzenciler sayesinde olur.
Amerika'da yeni sonuçlanan bir davayı hatırladım bu satırları yazarken. Şirkete uzun yıllar başarıyla hizmet veren bir çalışan, kendisinin tümüyle sorumluluk üstlendiği üst bir pozisyona getirilmişti. Bu kişi, psikolojik çöküntüye uğradığı gerekçesiyle kendisini ödüllendirdiğini düşündüğü işvereni dava etti... ve davayı kazandı. Amerika garip davaların ülkesi. Burada önemli olan işverenin çalışanların çalışma stratejilerine olan duyarsızlığıydı. İşveren düzenci bir çalışanı bağımsız yapmaya çalışarak onun düzenini bozmuştu.
Bağımsız insanlar yüksek maaşları ve unvanları olsa da, eğer kendilerini yaptıkları işte özgür hissedemiyorlarsa basıp gidebilirler. Onlar için önce iş özgürlüğü sonra maaş ve unvan gelir.
Düzenci çalışan için önce maaş ve unvan sonra iş ortamı rahatlığı gelir.
Değerli bir bağımsız, sorumluluğunu üstlendiği takdirde bir düzenci kadar şirkete yararlıdır.
Onu statükoya bağımlı kılmak kimseye yarar sağlamaz.
Evlilikte de aynı şey geçerlidir. Bağımsız bir kadınla evli bir düzencinin halini düşünün. Koca akşam saat sekizde yemek yenmesini istiyor. Kadın ne zaman acıkırsa o zaman yenmesinden yana. Kadın geç saatlere kadar kitap okumak istiyor. Sabah rahatlıkla işine gidiyor. Erkek belirli bir saatte yatılmasından yana. Kadın canı istediği an sevişmek istiyor. Erkek ise pazartesi, çarşamba ve cumartesileri cinselliğe ayırmış. Böyle bir evlilik yürür mü?
Çocuğunuz bir bağımsızsa, ona sorumluluk duygusunu geliştirmesinde yardımcı olun. Ama onu, sizin disiplin anlayışınızı benimsemeye zorlamayın. Çocuğunuz bir düzenci ise ona belirli saatlerde çalışma alışkanlığı kazandırın.
Siz bağımsız mısınız, düzenci misiniz? Diyelim ki egzersiz yapmaya karar verdiniz. Haftada üç gün belirli saatlerde bir spor salonuna gitmeyi mi tercih edersiniz, evinizde bu disiplini kendi üzerinizde uygulamayı mı?
Heeey, bu metaprogram bana uygun değil diye mi bağırıyorsunuz? Size birinden biri uygun. Sadece sorumluluk gerektiriyor. Yaşamın her alanında olduğu gibi. Unutmayın. Sorumluluk, suçlamanın bittiği yerde başlar.
Metaprogram 5: Deneyim - Olanak
"Deneyim öğretmenlerin en iyisidir" diye mi düşünüyorsunuz, yoksa "Fırsatlar, en iyi öğretmendir" diye mi? Kimi denize önce ayağını sokarak girer. Kimi balıklama atlamayı tercih eder. Siz hangisisiniz?
Bilinen yol en kısa yoldur.

Atlamadan önce bak.
Ayağını yorganına göre uzat.
Ak akçe kara gün içindir.
Damlaya damlaya göl olur.
Bu tür atasözlerini düstur edinmiş kişiler deneyime saygı duyan insanlardır. Onlar deneyimlerinin yol göstericiliğine inanır. Dayanışma, tutarlılık, uzun vadeli işler onlarda güven duygusu yaratır. Bu tür insanların evliliği, iş seçimleri, sosyal yaşamları uzun vadeli ilişkilere dayanır. Bu tür insanlar şirketlerin köklerini ve sürekliliğini oluşturur.
Erken çıkan yol alır.                                                        
İyilik yap denize at. Balık bilmezse halik bilir.                    
Gün ola harman ola.
Bu tür atasözlerini düstur edinmiş kişiler yeni yollar, yeni deneyimler, yeni seçimlerle heyecan duyar. Yaşam bir potansiyel kaynağıdır. Yeni, bir zenginliktir. Yeni, fırsatlar; yeni, serüvenler demektir.
Freud, yeni bir bakış açısını getirmesine rağmen bir deneyimciydi. Deneyimleri dile getirme cesaretine sahip olduğu için psikolojide devrim yaptı. Hümanistik psikolojinin babası olan Abraham Maslow ise insan potansiyeli ile ilgileniyordu.
Onun insan Olmanın Psikolojisi kitabını okuduğumda büyük bir heyecan duymuştum. Bu kitap benim hayatımda dönüm noktası oldu. Kuraldışı yayınlarından çıkan bu kitap olanak metaprogramına sahip olanlar için harikulade bir kaynak. Günümüzde Freud'un Maslow'dan daha fazla tanınması iki nedene dayanıyor. Bir; insanların cinsel boyuttaki cehaletinin hala hüküm sürmesi. İki; deneyimci psikologların, olanakçılara göre sayılarının daha fazla olması.
Olanakçı bir fizikçi olan Einstein'ın kendisini kabul ettirmesinin otuz beş yıl aldığı bu dünyada, sınırsız olanakçı olan Tesla'yı henüz fizikle ilgilenenler bile pek tanımıyor.
Uzay yolculukları (insanlı ya da insansız) onun teorilerine dayanıyor, biliyor musunuz? Televizyon, telsiz telefon (cep telefonu) gibi görüşleri ilk ortaya attığında kendisiyle röportaj yapan gazeteciler, futbol maçlarını da evimizdeki bir kutudan seyredebilecek miyiz, diye dalga geçmişlerdi.

Günlük yaşamda iki metaprograma da ihtiyaç var. Deneyimciler olmasaydı kısa yollan bulmakta zorluk çekerdik. Olanakçılar olmasaydı yeni yolları keşfedemezdik. Güvenilirlik deneyimle kazanılır. Yenilikler olanakçıların armağanıdır.

Deneyimci kişi bir eğitim, bir ürün, bir fikir yaygınlaştığında onu benimser. Olanakçı kişi ise önce denek olur. Deneyimci bir fikri kabul etmek için zamana ihtiyaç duyar. Olanakçı ise anında yapar. Deneyimci kişi hata yapmaktan korkar. Hatanın aptallık olduğuna inanır. Olanakçı kişi hatayı öğretmen olarak algılar. Deneyim bilgelik midir, tutuculuk mudur? Olanakların peşinde koşmak serüvencilik midir, çılgınlık mıdır? Siz neyseniz odur. Herkesin haritası farklıdır.

Metaprogram 6: Duyusal ikna - Tekrar İknası

Bu metaprograma ikna stratejisi de diyebiliriz. Reklamcıların en çok ilgilendiği metaprogram budur.
Duyusal ikna için kişilerin temel temsil sistemleriyle onlara ulaşmak gereklidir. Örneğin bir eğitim ya da tatil yöresi için parlak broşürler bastırmak görsellere güzel bir tablo çizebilir. O eğitim ya da yöre ile ilgili anlatıma dayalı tanıtım programları, gazete ve dergilerde okuyacağınız röportaj ya da dostlarınızdan işiteceğiniz birkaç söz işitsellere hitap eder. O eğitime katılmış ya da tatil yöresine gitmiş kişilerin duygularını paylaşmaları kinestetiklere dokunur.

İkna stratejisinde ikinci dikkat edilmesi gereken nokta kişilerin ne kadar tekrara ihtiyaç duyduklarıyla ilgilidir. Kimimiz bir ürünü bir tanıtımla satın alıyoruz, kimimiz birkaç kez tanıtıma ya da sürekli beynimizin yıkanmasına ihtiyaç duyuyoruz. Kimimiz ilk giydiğimiz ayakkabıyı satın alıyor, kimimiz elli birinciyi giydikten sonra ilk giydiğimizde karar kılıyoruz. Kimimiz ilk başarımızla patronun gözüne giriyor, kimimiz her seferinde kendimizi kanıtlamamız gerektiğini öğreniyoruz.

Eğer siz karşınızdaki kişinin tarzını bilirseniz ve iletişimi sürdürmeyi planlıyorsanız ona göre strateji belirlemek durumundasınız.

Başarılı bir elemanınız her yaptığı işte onaylanmaya ihtiyaç duyuyorsa ve siz bir kez olumlu destek vermenin yeterli olacağını düşünüyorsanız aranızda bir kopukluk yaşanır. Siz bir kez sorumluluk verdikten sonra her davranışını gözlemliyor ve eleştiriyorsanız yine sonuç kopukluk olacaktır.

Metaprogramlar iletişimin anahtarları olarak sizin farkındalığınızı artırıcı araçlardır. İletişimin ince işçiliğidir.
Size hizmet etmeyen metaprogramlarınızı değiştirebilme yetisine de sahipsiniz. Odaklandığınız şeyi değiştirdiğinizde alacağınız sonuçlar da farklı olacaktır.

Neyi istediğinize odaklanın, neyi istemediğinize değil. Bu çok önemli.

Diyelim ki kilo vermek istiyorsunuz. İlk anda aklınıza gelen ne oluyor? Sevdiğiniz yiyeceklerden uzak kalmanın ve egzersiz yapmanın zorluğu mu? Sağlıklı ve ince bir bedene kavuşmak mı? Eğer istemediğiniz şey olan yiyeceklerden uzak kalmaya odaklanıyorsanız, yiyecek hiç aklınızdan çıkmayacaktır. Bunu diyet yapanlar çok iyi bilir. Kendinizi yoksunluğa odakladığınızda yoksunluk duyduğunuz şeyin özlemini çekersiniz. Ve özlemini çektiğiniz şeyle bir an önce hasret giderme yollarını ararsınız. Sonuç: Daha az yemek yerine daha fazla yemek.

Yemeği düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşünürsünüz. Hatta hiç aklınızdan çıkmaz. Diyetçilerin sabahtan akşama yemekle ilgili konuştuklarını bilirsiniz. Neden? Çünkü zihnin düşünmemesi gereken şeyin ne olduğunu anlaması için önce onu düşünmesi gerekir. Şimdi bir deneme yapalım.

Gözlerinizi kapayın. Ne düşünürseniz düşünün ama sakın Marilyn Monroe'yu düşünmeyin. Her şeyi düşünmekte serbestsiniz. Ama sakın sakın Marilyn Monroe'yu düşünmeyin. Marilyn'i düşünmek yasak. Ne oldu? Marilyn Monroe'yu düşündüğünüze bahse girerim. Çünkü beyniniz önce neyi düşünmemesi gerektiğini düşünür. Marilyn'i düşünmekten vazgeçmenin yolu ise, yerine başka bir şeyi, mesela Julia Roberts'ı koymaktır. Kilo vermeyi başarmanın yolu ise, istediğiniz sağlıklı bedene odaklanmaktır.
Neyi düşünürseniz onu üretirsiniz. İstemediğiniz şeylere odaklandığınızda o istemediğiniz şeyden daha da fazla gerçekleştirirsiniz. Daha fazla yiyerek kilo almak gibi.

Beyin bilgisayar gibidir. Bilgisayara neyi yapmaması gerektiği komutunu vermezsiniz. Neyi yapmasını istiyorsanız o kötü verirsiniz. Yanlış komut verdiyseniz onu silerek değiştirirdiniz. Yeni bir komut verirsiniz. Ama yanlış komutu uygulama diyemezsiniz.
Çocuklarımıza sürekli şunu yapma, bunu yapma dediğimiz halde yine yapılmamasını söylediğimiz şeyleri yapmaları bir itaatsizlik göstergesi değildir. Onları yapma dediğimiz şeyleri yapmaya biz programlıyoruz. "Çocuğum sözümü dinlemiyor" diye şikayet etmeden önce ona neler söylediğinize kulak verin.
Kendinize olduğu gibi çocuğunuza da yapılmaması gereken şeyleri değil, yapılmasını istediğiniz şeyleri söyleyin. Çocuk eğitmek, zihni eğitmek kadar ince işçilik ister.

NLP Teknikleri  - NLP VE KALİBRASYON

Kalibrasyonu kısaca, değişimleri gözlemleyebilme yeteneği olarak tanımlayabiliriz. Hepimiz günlük yaşamımızda kalibrasyonu kullanıyoruz. Özellikle yakın ilişkiler içinde olduğumuz kişilerdeki en ufak mimik değişimini bile yakalayabiliyoruz. Sevdiğimiz kişinin dudağının hafiften sağa doğru çarpılmasının, kaşının hafifçe yukarı kalkmasının ne anlama geldiğini biliriz   değil mi? Onun gülümseyen yüzünün ardındaki ufacık bir endişeyi bile hissederiz.Yeni tanıştığımız kişilerin düşünce ve duygu i değişimlerini de aynı hassasiyetle algılamak mümkün. Bunun  için de kalibrasyon yeteneğimizi geliştirmeye ve rafine etmeye ihtiyacımız var.
Bazen kalibrasyonumuz öylesine zayıf oluyor ki, birisi ağlamaya başlayıncaya kadar onun üzgün olduğunu göremiyoruz. Kendi gözlerimizi ve kulaklarımızı kullanmak yerine, bize söylemelerini bekliyoruz. Birisinin kızgın olduğunu anlamak için de ille bağırması gerekmiyor. Ama kaşın çatık olması da otomatik olarak kişinin kızgın olduğu anlamına gelmiyor. Bazı insanlar düşünürken de kaşlarını çatar. Bu yüzden karşımızdaki kişiyi bir süre gözlemledikten sonra kaşının çatılmasının ne anlama geldiğine karar vermekte yarar vardır.
İnsanların, hoşlandıkları bir kimse, konu ya da olayla ilgili bir şeyi anlatmalarını ya da dinlemelerini gözlemleyin. Ses tonunda, cilt renginde, dudak şeklinde ve yüz kaslarında olan değişimleri izleyin. Aynı deneyimi bir de sevmediği bir kimse, konu ya da olayla ilgili bir şeyi anlatırken ya da dinlerken yapın. Hiç renk vermeyen kişilerde bile dikkatli gözler değişimleri yakalayabilir. Profesyonel poker oyuncuları birer kalibrasyon ustasıdır. En ufak bir cilt rengi değişiminden, dudak şeklinin ve yüz kaslarının değişiminden rakip oyuncunun elinin nasıl olduğu, blöf yapıp yapmadığı hakkında adeta zihin okurlar. Kalibrasyonu gelişkin bir satıcı, müşterinin ilgilenmediği bir ürünü ona satabilmek için boşuna dil dökmeyi sürdürmez. Usta satıcılar alıcıyı gözünden tanır.
Hepimiz karşımızdaki kişinin bizden hoşlanıp hoşlanmadığını bir şekilde sezeriz. Bu sezgi, aslında bilinçsizce yaptığımız kalibrasyondur. Küçük değişimleri yakalayabilmenin iletişimde önemi büyüktür. Sonuçta iletişimin sadece yüzde yedisini sözlerle gerçekleştiriyoruz. Geri kalan yüzde 93 gibi yüksek bir oranını ise beden dili ve ses tonuyla kuruyoruz. Beden dilinin oranı yüzde elli beş ile altmış arasında değişiyor. Ses tonu, iletişimin yüzde otuz üç ile otuz sekizini oluşturuyor. Bu yüzden ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz önemli ya. "Seni seviyorum" sözcüklerini lanet okur gibi de, alaycı bir ses tonuyla da, sevdiğinizi hissettirecek şekilde de söyleyebilirsiniz.
Kalibrasyonumuz zayıfsa, söylediklerimizi sabırla dinleyen kişinin bize kibarlığından katlandığını anlayamayız. Anlattıklarımızla ilgilendiğini düşünürüz. Bana futbol kurallarını öğretmekle kendini görevlendirmiş bir tanıdık geldi aklıma bu satırları yazarken. Futbolun "F"siyle ilgilenmeyen biri olarak yarım saat boyunca çektiğim sıkıntıyı anlayabiliyor musunuz? Kibar olmaktan vazgeçmeseydim futbol dersi kim bilir kadar ne daha sürecekti.

NLP eğitimime katılan bir kişi, kalibrasyon egzersizlerini uygularken kalibrasyonunun zayıf olması nedeniyle girmek istediği bir işi nasıl boş yere kaçırdığını anlamıştı... İş mülakatında her şey yolunda giderken işveren ona ikisinin de tanıdığı bir kişiyle ilgili görüşlerini sormuş, o da aslında çok iyi tanımadığı adamı fazlasıyla övmüştü -işverenin yüzündeki hafif değişimlerin farkında bile olmadan.

Oysa kalibrasyon yeteneğini rafine ettikten sonra aynı görüşmeye gitmiş olsaydı, işverenin sorusunun tonundan, dudak biçiminden, nefes değişiminden, yüz kaslarındaki ve cilt rengindeki hafif değişimden o kişiyle ilgili hiç de olumlu düşüncelere sahip olmadığını yakalayabilirdi. İşte burada uyum sağlamanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Uyumsuz bir iletişimden sonuç alınamaz. Oysa bahsedilen kişiyi yeterince tanımadığını söylemek uyumu sürdürebilmek için yeterli olabilirdi.

Düşünce ve duygu değişimleri muhakkak yüze ve nefes kullanımına yansır. Buzdolabı gibi soğuk ve mesafeli kişilerde bile bu değişim, kalibrasyonu gelişkin biri tarafından izlenebilir. Önemli olan değişimleri yakalayabilmek. Değişim, duyguların değiştiğini gösterir.

Bunun için, sesini tümüyle kısarak televizyonu izleme pratiği yapabilirsiniz. Hatta eşinizle, çocuğunuzla ya da bir arkadaşınızla kalibrasyon yeteneğinizi geliştirme pratiğini isabetli tahmin yapma konusunda bir oyun haline getirebilirsiniz.

Parkta ya da kafede oturup insanları dikkatle izlemek de keyiflidir. Eşimle bunu yaptığımızda çok da eğleniriz. Hele gözümüze kestirdiğimiz bazı insanlarla ilgili senaryolar geliştirmek çok keyifli oluyor. Hatta bazen içimizden geldiğinde bazılarıyla gidip tanışıyoruz.. Kendileriyle ilgili gözlemlerimizi paylaştığımızda önce şaşırıyorlar, sonra oldukça isabetli tahmin ettiğimizi söyleyerek gülmeye başlıyorlar. Böylece ilginç insanlarla güzel arkadaşlıklar da kurulabiliyor. Her insandan öğreneceğimiz ne çok şey var.

Kalibrasyon, sözlerin ardındaki gerçeği görebilmek ve duyabilmektir.
Söylenenleri değil, söylenmeyenleri de işitebilmektir.
Kelime aralarını okuyabilmektir.
Düşüncelerin içeriğini değil ama düşüncelere eşlik eden duyguları hissedebilmektir.


NLP Teknikleri   - META MODEL

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.
Dilin kemiği yok ki.
Zehirleyici dil.
Dil yare si.
Anlaşılır bir dil.
Keskin dilli.
Hoş ama boş konuşuyor.

İnsanların dünyaya bakış açılarının genişliğinin kelime haznelerinin genişliğiyle doğru orantılı olduğu biliniyor. Üç yüz kelimeyle yaşamım sürdüren bir insanla, çok okuyarak dil haznesini geliştirmiş insan tabii ki bir olamaz. Ne kadar geniş kelime haznesine sahip olduğumuzun yanı sıra, o kelimeleri kullanma biçimimiz de çok, ama çok önemli.

NLP'de dili kullanarak söylenenlere açıklık getirebilme ve anlaşılır kılabilme sanatına Meta Model deniliyor. Meta, Latince'de ötesi, farklı bir boyut anlamına geliyor. Meta Modelleme ile sözel iletişimi daha sağlıklı ve anlaşılır bir boyuta taşıyoruz. Meta Model dil kullanımı en fazla bilgiyi en kısa zamanda tam isabetle toplayabilme metodudur. İnsanların en çok şikayet ettiği şey "yanlış anlaşılmak"tır. 
Bu yanlış anlaşılma-yüzünden ne işler bozulur, ne randevular kaçırılır, ne arkadaşlıklar ya da aşklar sona erer. Gençlerle aileleri arasında yaşanan "kuşak farkı" çatışmasının çoğu yanlış anlaşılma yüzünden çıkar.
Dil, konuşmacının mesajını dinleyiciye aktarmayı amaçlayan kelimelerden oluşur. 

Amaç, mesajın net olarak aktarılmasıdır. Ama bunu günlük yaşamımızda ne kadar başarıyoruz? Bize gereken bilgiyi almak için doğru sorulan soruyor muyuz? Aile terapisti Virginia Satir'i ve Gestalt'ın kurucusu Fritz Perls'i terapilerinde başarılı kılan şey, danışanlarına doğru sorulan sorarak sorunun kökenine kolaylıkla inebilme yetenekleri idi.

1Meta Model, doğru soruları sorarak bilgiyi tam olarak alabilme ve soru sormaya gerek bırakmayacak kadar net biçimde kendimizi ifade etme sanatıdır.Konuşmalarımızda farkında bile olmadan üç şey yaparız.

1.  Eksiltme: Düşünmek, konuşmaktan hızlıdır. Düşündüğümüz her şeyi dile getirmeye kalksak çok uzun bir konuşma olabilir. Dolayısıyla bir şeyi anlatırken çok daha büyük bölümünü atlayarak bilgi veririz. Mümkün olduğunca kısa ve öz. İşte bu eksiltme, bazen başımıza büyük sorunlar açabilir. 

Kısa ve öz olmaya çalışırken, bazı gerekli bilgileri de atlarız. Bizim bildiğimiz şeyleri karşımızdaki kişinin de bildiğini varsayarak konuşuruz bazen.

2.  Çarpıtma: Bilgiyi kolaylık olsun diye eksilterek verdiğimizde, anlam eninde sonunda çarpılır. Kulaktan kulağa telefon oyununu hatırlayın. Oyunu başlatan ilk kişinin söylediği basit bir cümle bile son kişiye geldiğinde tamamen farklı bir şeye dönüştüğü için az mı gülerdik. Eksiltme ve çarpıtmada karşımızdaki kişi bıraktığımız boşlukları kendi haritasına göre doldurur.

3.  Genelleme: Sözü uzatmamak için   yapılan genellemeler iletişimi kolaylaştırır. Her konuda şu durum hariç bu durum hariç gibi istisnaları sıralamaya kalktığımızda konuşma hem çok uzar, hem de sıkıcı olabilir. "İnsanlar beş duyuya sahiptir" demek yerine "körler hariç, sağırlar hariç vb. diye her söylediğimize açıklık getirmeye kalktığımızı düşünelim. 

Bir de bizi dinlemek zorunda kalan bahtsızların çektiği ıstırabı hissedelim. Ama yapılan genelleme yargıya dönüştüğünde iletişimde kopukluk yaratır.

İletişimde eksiltme, çarpıtma ve genelleme doğru kullanıldığında yarar sağlar. Ama yanlış kullanımda eksiltme deneyimlerimizin bazı boyutlarına dikkat edip, diğerlerini yok saymamıza yol açar. Nalıncı keserliği, kendimizi ihtiyaçlarımız doğrultusunda aldatmamız, işimize gelmeyen şeyleri görmezlikten, duymazlıktan gelmemiz gibi tutumlarımız da kendimizle iletişimde kullandığımız savunma mekanizmalarının eksiltmelerine örnektir.

Duyusal verilerimizi farklı yorumladığımızda çarpıtma yaparız. Bu da bizim sağlıksız tepkiler vermemize yol açar. Tepkilerimizin büyük bölümü bilinçaltı içsel deneyimlerin, küçük bölümü dışsal verilerin birleşiminin yorumuyla oluşur. Bize garip görüneni yargılamak dışsal verileri mutlak doğru olarak kabul etmekten kaynaklanır. İçsel deneyimleri hesaba katmadığımız için çarpıttığımız gerçekleri mutlak gerçek sanırız.
Bu bakış açısıyla da kendimizi haklı görürüz. Tüm anlaşmazlıklar tarafların kendilerini haklı görmesinden kaynaklanmıyor mu?

Bir gün Fenerbahçe Parkında kendi kendine konuşarak giden bir deliye rastlamıştım. İnsanlar mümkün olduğunca onun uzağından geçmeye çalışıyorlardı. Çünkü bu insanı kendi kendisine konuşmasından dolayı dış veriyle yargılıyorlardı. Normal insan kendi kendisine konuşmaz değil mi?

Oysa bunu hangimiz yapmıyoruz? Evde ya da işte tek basınayken kendi kendimize yüksek sesle konuştuğumuz olmuyor mu? Ama halka açık yerlerde yapılırsa adı "delilik" oluyor.

Adamın yanından geçerken ona kulak verdim. Dünyanın diğer gezegenlere olan uzaklığının matematiksel hesabını yapıyordu. Dönüşte adam yine konuşuyordu. Bu kez de annesine bir şeyleri yapmamasını söylüyordu.

Adamın yanına yaklaştım. Nasılsın diye sordum. Annesi onu kızdırmıştı. Okuduğu kitapları yırtıp, çalışmasını eve para getirmesini söylemişti.

O konuşurken kendisini on dört on beş yaşlarında hissettiğini anladım. Derhal onun dünyasına girerek, önce uyum sağladım. Kendisini anladığımı hissedince derhal gerçek yaşına döndü. Ve bana ilginç hayat hikayesini anlattı. Hastalıklı ve şiddet dolu bir aile içinde geçen çocuklukla, astronomi dehası olabilecek bir beynin "delirmesi" idi paylaştıkları.

Kendi doğasına had safhada uyumsuz bir ortam içinde yitirilen bir beyin. Sıcak ve zararsız bir deliydi o. Kendi kendine konuştuğu şeyler iç verileriyle tutarlıydı. Ama insanlar onun sadece dış verilerini yargılıyordu. Az delilerin yargıladığı bu çok deli insandan o gün insan doğasıyla ilgili çok şeyler öğrendim. Astronomiyle ilgili derin bilgilerinin de doğru olduğunu daha sonra kaynaklardan kontrol ederek öğrendim.
Akıl hastanelerinde tedavi adı altında uyuşturularak, elektro şok verilerek zombilere dönüştürülen "deli"lerin içinde kim bilir ne dehalar vardır. Kendi doğamız ve yaşam biçimimiz arasındaki açı ne kadar büyükse, kendi doğamıza ne kadar uyumsuz yaşıyorsak mutsuzluğumuz, nevrozumuz o kadar fazla olur. Kendi doğasına uyumsuz yaşayabilme kapasitesi herkeste farklıdır. Bu kapasitenin üstüne çıkan koşullarda artık minimum uyum bile sağlanamadığı için kişi patolojik "vaka"ya dönüşür... ve "normal nevrotik" dünyaya yeniden adapte edilmeye çalışılır. Normal nevrotik dünyanın onu delirttiği hesaba katılmadan.

Delilikte insan kendi iç dünyasıyla uyum içinde olduğu için mutludur. Dış dünyanın ona deli diye bakması umurunda bile değildir. İnsan mutlu olabilme ihtiyacı içinde her yolu dener. Kimi delirerek, kimi içki şişelerinde, kimi çok para kazanmaya çalışarak, kimi tıkınarak, kimi türlü çeşitli uyarıcı ve uyuşturucularla. Bu geçici hazlar içinde mutluluk arayışları da bir tür delilik değil midir?

Einstein, deliliğin tanımını "hep aynı şeyi yapıp bu kez farklı bir sonuç beklemek" olarak yapmıştı. Sürekli aynı şeylerden şikayet ediyorsak bu nedir peki? Neden hep şikayet ettiğimiz aynı sonuca varıyoruz?
Deli kendi kendine konuşarak kendisiyle iletişim kuruyordu. İnsanların çoğu iletişim kuramadığında karşı tarafı suçlar. O anlayışsızdır. Onun anlayışı kıttır. O yanlış anlamıştır. NASA'da çalışan bir mühendis bir düğmeye bastığında düğme çalışmıyorsa düğmeyi suçlar mı? Ne yapar? Nerede aksaklık olduğunu araştırır ve değişik yöntemleri dener.

Meta Modelleri kullanmak bizi başarılı bir dil mühendisi yapmayı amaçlıyor. O zaman düğmeyi değil, yöntemi sorgularız.

Anlattığın şey benim algıladığım kadardır.

Karşımızdaki kişi bizi anlamadığında bunun sorumlusu biziz. Suçlu değil, sorumlu arayalım.

Şimdi en önemli Meta Model kalıplarını ve bu kalıplan nasıl ihlal ettiğimizi görelim.

Yargılamak

Kişinin kendi modelini, haritasını, kurallarını başkalarına da-yatmasıdır.
Ahmet kötü bir insan.
Ayşe harika bir insan.
Büyüklere karşı gelmemek daha doğru bir davranış.
Filanca marka daha iyi.
Açıkça görülen şu ki, Kemal iyi bir başkan olacak.
Çok bencil biriyim.
Yargılamaların çoğu kıyaslara dayanır. Bu kıyaslamaları kendi haritamıza göre yaparız. Yargılama sıklıkla 
yapılan bir Meta Model ihlalidir. Bu ihlali iki soruyla açıklığa kavuşturabiliriz.
Kime göre?
Neye göre?
Ahmet kime göre kötü bir insan? Ayşe kime göre harika bir insan? Filanca marka kime ve neye göre daha iyi? Markanın satış mümessiline göre mi? Komşuma göre mi? Şu anda kullandığım markaya göre mi daha iyi? Kemal'in iyi bir başkan olacağı kimin tarafından açıkça görülüyor? Kime göre çok bencilsiniz?
Kendinize göre mi? Hangi standartlara ve neye göre bencil olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Kendisinin çok bencil olduğuna inanan bir kadına bu soruları deşerek sorduğumda bencil olduğuna dair inancın ona annesi tarafından empoze edildiği ortaya çıktı. Kızını kendine bakmakla yükümlü kılan anne, kızının maaşını alır almaz kendisine teslim etmesini bekliyordu. Çocukluğundan beri annesinin bencil suçlamalarıyla büyüyen kız 32 yaşında olmasına rağmen hala annesinden izinsiz kendine bir bluz bile alamıyordu. Kız kendi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmanın bencillik olduğuna inanmıştı. Asıl bencil olanın annesi olduğunu göremiyordu. Eğitime bile arkadaşının ısrarıyla annesinden gizli katılmıştı. Annesi onun zamanını ve parasını eğitim gibi şeylerle "ziyan" etmesine asla izin vermezdi. Neyse ki eğitimden "bencil" olmayı öğrenerek ve bencil olma "özgürlüğünü" hissederek çıktı. Artık annesi "haklı" olabilirdi.
Kıyaslamanın olduğu yerde yargılama vardır. Bu durumlarda haritanın kime ait olduğunu açıklığa kavuşturun.

Zihin Okuma
Zihin okuma kişinin başkasının ne düşündüğünü ve hissettiğini bildiğine inanmasıdır.
Bana güvenmediğini biliyorum.
Böyle düşündüğünü biliyorum.
Ona aşık ama kabul etmiyor.
Onu götürdüğüm restoranı beğenmediğini hissettim.
Ahmet, bu teklifine "hayır" diyecektir.

Zihin okuma da "haklı çıkma" yöntemlerinden biridir. Bazen kalibrasyonla ve sezgilerimizle başkalarının düşünce ve duygularını değerlendirme de "haklı" olabiliriz. Ama çoğu kez ya kendi bilinçaltı düşünce ve duygularımızı yansıtarak o kişiye mal ederiz ya da düpedüz yanılırız.
En iyisi kişiye sormaktır.
Bunun böyle olduğunu nasıl biliyorsun?

Sana güvenmediğimi nereden biliyorsun? Sana güven duyduğumu düşündüğün anlar hiç olmadı mı?
Ona aşık olduğunu nereden biliyorsun? Çünkü günde on beş kez onu arıyor. Birisini günde on beş kez aramak nasıl aşkın kanıtı oluyor? Peki günde on beş kez birbirini aramayanlar aşık değiller mi? Zıt örneklerle neden-sonuç soruları sorarak açıklığa kavuşturabilirsiniz.
Burada kişi kendi aşık olma davranış paternini yansıtıyor. Zaten de sevgilisinin onu terk etmesi onu günde on beş kez aramasından kaynaklanmış, sevgilisi bu fazla ilgiden boğulduğunu hissetmişti. Aşık olduğu varsayılan kişi ise bir süredir farklı bir nedenle aşık olduğu iddia edilen kişiyi arıyordu. Ayrıca bu iddianın sahibinin kendisi telefon edilen kişiye ilgi duyuyor, ama ilgisini belli etmekten korkuyordu. Çünkü reddedileceğini "biliyordu". (Bir başka zihin okuma).
Restorana götürülen kişi restoranı beğenmediği için değil, birileri tarafından görülme olasılığının tedirginliğini yaşıyordu. Zihin okuyan kişinin derdi ise kendisini ve seçimlerini beğendirmekti.
Sıkça görülen bir başka zihin okuma tarzı da karşımızdaki kişinin bizim zihnimizi okuması talebimizdir.
Beni sevseydin, ne istediğimi bilirdin.
Ona karşı ne tür duygular hissettiğimi anlamalıydın.
Ne istediğimizi söylemek, zihin okumanın bir sevgi kanıtı olmasından daha kolay değil mi?
Sürekli sevgiyi kanıtlamak zorunda kalmak bıktırıcıdır. Biz bir insanla birlikteyiz, zihin okuma yeteneği olan bir büyücü ile değil.

Ona karşı hissettiğin duygulan anlamadığımı nereden biliyorsun?
Buseydin evinde verdiğin davete onu da çağırırdın.
Seni anlamak, senin duygularına göre davetli listesi yapmamı mı gerektiriyor? Ayrıca benim onu davet edecek kadar yakınlığım yok. Ya da davet etmediğimi nereden biliyorsun? İşi olduğu için gelemediğini nereden biliyorsun? Sana karşı aynı duyguları hissetmediğini bana söylediği için seni incitmemek adına onu davet etmediğimi nereden biliyorsun?
Neden-Sonuç Çarpıtması
Bir şeyin ya da bir kişinin bir sonuca neden olarak gösterilmesidir.
Yağmur beni hüzünlendiriyor.                                            
Kilo verirsem özgüvenimi kazanacağım. Onun yüzünden başarısızım. Emekli olduğundan beri mutlu. Beni kızdırıyorsun.
Neden-sonuç çarpıtmasının çoğu, duygularımızdan sorumlu olmadığımız inancından kaynaklanır. Bir şeye ya da kişiye duygularımızın sorumluğunu yüklediğimizde ya da suçladığımızda Neden-sonuç çarpıtması ihlali yaparız.
Burada sorulacak soru, bir şeyin nasıl olup da öbür şeye sebep olduğudur. Hissedilen duyguları kişinin kendisinin nasıl yarattığını sorgulatmak gerekir.

Bunu nasıl biliyorsun?
Net olarak A nasıl B'ye neden oluyor?
Bunu zıt örnekler bularak ve kriteri sorgulatarak da yapabiliriz.

Yağmur yağdığı halde hüzünlenmediğin bir anın olmadı mı? Yağmur yağdığı bir gün, uzun zamandır görmediğin çok sevdiğin biri kapını çalsa hüznün sürer miydi?
Bu kiloları almadan önce özgüvenli miydin?
O tam olarak ne yaptı da kendini başarısız hissettin? Senin başarılı ya da başarısız olmanı o mu tayin ediyor?
Emekli olduğundan beri mutlu olduğunu söylüyorsun ama mutluluğunun nedeni emeklilik olmayabilir. (Milli piyangodan büyük ikramiye çıktığı için emekli oldu. Bu haberi para sever akrabalarından gizlemeyi başardığı için de mutlu. Onlara Antalya'ya gidiyorum diye evden çıkıp yeni tanıştığı yaşına uygun hoş bir kadınla Paris'e gittiği için de çok mutlu.)
Benim söylediğim şeye göre, kendine nasıl kızgınlık hissettiriyorsun? Gülüp geçebilirdin de. Ben senin duygularını belirleyecek kadar güçlüyüm demek. O zaman sana yaşatmak istediğim her duyguyu yaşatabilirim. Sen bir robot, ben seni programlayan sahibin olurum.

Hiç kimse diğerinin duygularından sorumlu değildir. Başkalarının duygularının sorumlusu olduğumuza inanmak bize gereksiz bir yük taşıtır. Bizi "kurtarıcı" kimliğine mahkum eder. Başkalarının mutluluğundan sorumlu olmak, onun duyguları incinmesin diye gösterilen aşırı hassasiyet zor ve yorucudur. Kişi, başkalarını mutlu edeceğim çabası içinde kendi duygularını yaşayamaz, kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelebilir.
Duygularımızın sorumluluğunu başkalarına verdiğimiz zaman da "kurban" rolünü oynarız.
Neden-sonuç çarpıtmasını açıklığa davet etmek hassas bir konudur. Çünkü çoğu kişi duygularının sorumlusunun kendisi olduğunu kabul etmeye hazır değildir. Yetişkin çocuklar dünyasında gelişkinliğin ölçüsü de duygularımızın sorumluluğunu üstlenmektir. Tüm düşünce ve davranışlarımızdan sorumlu olduğumuz gibi.

Genelleme Yapmak

Bir ya da birkaç deneyimden yola çıkarak sonucu "mutlak doğru" olarak kabul etmektir. Bir ağaçtan yola çıkarak ormanı tanımlamaktır.
Sen her zaman iyisin. Para her kötülüğün anasıdır. Kayserililer kurnazdır. NLP'yi asla öğrenemeyeceğim. Genelleme yapmak yanlıştır.

Genellemeler tüm diğer Meta Model ihlalleri gibi bizi sınırlar. Eğitimlerde katılımcılar en çok genelleme egzersizinde eğleniyor. Eğitim boyunca herhangi bir şekilde genelleme yapan katılımcılara "Hiç bunu yaptığın/yapmadığın bir zaman olmadı mı" diye sorarak açıklığa davet ediyorlar.

Genellemeyi açıklığa kavuşturmak için abartın ve zıt örnekler bulun.

Hiç iyi olmadığın bir zaman olmadı mı? Paranın dışında nedenlerle hiç kötülük yapılmıyor mu? Paranın iyiye kullanıldığı bir yol yok mu?

Ahmet de Kayserili. O sence kurnaz mı? Asla NLP'yi öğrenemeyecek misin? Asla mı? Galiba haklısın. NLP'yi öğrenmek için ne zekan ne de ömrün müsait. Bu eğitim zeki insanlara uygun. Sen asla öğrenemezsin. NLP'yi öğ-renemeyen bir kişi daha vardı. O da annesinin yanında eğitime gelen 10 yaşında bir çocuktu. Zaten elindeki elektronik oyuncakla oynamak ona daha ilginç geliyordu.
Siz söylenenin saçmalığını ne kadar abartırsanız kişi söylediğinin saçmalığını o kadar anlayacak ve savunmaya geçecektir. Size öğrenebileceğini kanıtlayacaktır.

Hiç doğru olan genelleme yok mudur?

"Güneş her sabah doğudan doğar", dediğimizde bu doğru değil midir?

"Hiçbir şeyi doğru dürüst beceremiyorum", dediğinizde kendinizi sınırlarsınız. Hiç becerdiğiniz bir şey olmadı mı?

"Hiçbir insan her şeyi her zaman doğru yapamaz." Bu genelleme sizce doğru mu?

Ya, "Ben her zaman haklıyım...?"
"Türkler çalışkandır."
"Müslüman ve Karadenizli bir aileden eşcinsel çıkmaz."
Irkçı, dinci söylemlerin ne kadar çok genelleme yaptığına dikkat edin.
Zorunluluk/Seçimsizlik
Kişinin seçimlerini, olanaklarını, ihtiyaçlarını kurallara dönüştürmesi hayatı sınırlar.
Önce ev işlerini bitirmeliyim.
En azından bir enstrüman çalmayı öğrenmelisin.
Evlenmeden önce sevişmemeliyim.
Ona hayır diyemem.
Ben bu işi beceremem.
Önce ev işlerini bitirmezseniz ne olur? Enstrüman çalmayı öğrenmezsem ne olur? Evlenmeden önce sevişseydin ne olurdu? Ona hayır desen ne olur? Becerebilseydin ne olurdu? Seni durduran ne?
Bu sorularla sonuçlar değerlendirilir ve açıklığa kavuşturulur. "İnsanları kendi çıkarın uğruna kandırmamalısın" cümlesindeki gibi zorunluluklar etik değerlere dikkat çekmek açısından önemli ve değerlidir. Toplumun sağlıklı olması için uyulması gereken bir takım kurallar vardır. "Sağlıklı olmak için her gün egzersize zaman ayırmalısın", derken de bilinen bir sağlık kuralından bahsediyoruz. Zaman ayırmazsak ne olur? Sonuçlara bakarak zaman ayırmayı seçebiliriz.
Bilimsel keşifler de benzer soruları sormakla olmuştur. Eins-tein "ışığın üzerinde seyahat edebilseydim ne olurdu?" sorusunu sorarak görecelik teorisini bulmuştur.

Çoğu olmalı, olmamalı türü cümleler ise ahlaki ve gereksiz kurallar içinde bizi boğar. Çünkü ahlaki kurallar, etik kurallardan farklıdır. (Her iki sözcüğün sözlükteki karşılıkları benzer olsa da biz burada onlara farklı anlamlar yüklüyoruz.) Etik kurallar çağlar boyunca her toplum tarafından bir "değer" olarak kabul edilmiştir. Oysa ahlaki kurallar toplumdan topluma, çağdan çağa değişir. Türkiye'de bakire çıkmayan bir genç kız aile meclisi kararıyla öldürülürken, Eskimo erkeği eşini misafire ikram eder. Misafire kendince değerli bir armağan sunar. Toplumların cinselliğe yükledikleri anlam farklı farklıdır. Ölüm törenleri kimi toplumlarda dövünmeyi ve yas tutmayı içerir, kimi toplumlarda ziyafetle ve şarap içerek kutlanır. Ruhun tanrıya kavuşması kutlanılacak bir olaydır.

Burada bahsettiğimiz, bizi kısıtlayan kurallar. Bir şeyi yapmak istediğimiz halde yapmamamız gerektiğinde ya yine de yapıyoruz ama gizliyoruz ve suçluluk duyuyoruz. Ya da yapmıyoruz ama öfke duyuyoruz. Kırk yaşında hiç evlenmemiş ve sevgilisiyle sadece öpüşen bir kadını hatırlıyorum. Evlenmeden bir erkekle öpüştüğü için suçluluk duyuyordu. Kurallar ona bunu yapmamasını söylüyordu. Ama insan olmanın doğasına da gem vuramıyordu. Bir de üstelik, öpüştüğü için sevgilisinin "evlenmeden önce öpüşen" bir kadınla evlenmeyeceğinden korkuyordu. Bu kadın üniversite mezunuydu ve çalışıyordu.

Biz, davranmamız gibi davranmadığımızda suçluluk duyarız.

Başkaları bizim beklediğimiz gibi davranmadığında öfke duyarız, suçlarız.

Biz öyle davranmalıydık/davranmamalıydık. O şöyle davranmalıydı, davranmamalıydı. İki durumda da "meli" "malı" takıları almış kurallar bize olumsuz duygular yaşatır.

Yapamam, edemem, beceremem türü çaresizlik içeren sözler ise bizi yeteneksiz olduğumuza inanmaya ve başarısızlık korkusuna mahkum eder.

Kendimiz ya da başkaları tarafından dayatılan kurallara boyun eğmek, öğrenilmiş acizliğe dönüşür ve mantık onunla baş edemez. "Yaparsam/yapmazsam ne olur" sorusu bilinen yanıttan başka yanıtlar da içerdiğinde onu sorgulama ve risk alma cesaretine sahip oluruz.

Yapamayabilirim korkusu, içinde illüzyonu taşır. Yapa-ma-ya-bilirim"Maya" doğu felsefesinde illüzyon anlanla gelir. Korkularımız kendi yarattığımız illüzyonumuzdur.

Bir kişi bir şeyi yapabilirse siz de o şeyi yapabilme kapasitesine sahipsiniz.

Gereken tüm kaynaklar içinizdedir ön kabullerini hatırlayın. Korkular sadece bir illüzyondur.

Varsayımda Bulunmak
Gerçeği bilmek için yeterince veri olmadan sonuca varmaktır. Beni görmezlikten geliyor. Bana ilgi gösteriyor.
Nasıl ve ne yaparak? Bu soruyla fiilin üzerinde durarak cümleye açıklık kazandırabilirsiniz. Bu cümlelerde fiil, görmezlikten gelmek ve ilgi göstermek.
Nasıl ve ne yaparak sizi görmezlikten geliyor? Yanımdan
geçtiği halde selam bile vermiyor. Peki bu kişinin bu günlerde çok büyük sıkıntılar yaşadığını, kafasının 
çok meşgul olduğunu, ayrıca gözlerinin çok bozuk olduğunu ve gözlüklerini kırdığı için birkaç gündür gözlüksüz dolaşmak zorunda olduğunu biliyor musunuz? Başkalarına selam verip sadece size mi vermiyor? Bana ilgi gösteriyor.
Nasıl ve ne yaparak sana ilgi gösteriyor? Bahçede dolaşırken bana doğru bakıyordu. Okul çıkışında da bizi takip etti. Ama bir türlü yanımıza yaklaşamadı. Biz derken kimi kastediyorsun? Ben ve arkadaşım Gülşen'i. Bahçede de Gülşen'le birlikte miydin? Evet. 
Peki, Gülşen'e ilgi göstermediğini nereden biliyorsun? Bu konuşma benimle on beş yaşında bir genç kız arasında geçti. Genç kız beğendiği delikanlının kendisiyle ilgilendiğine inanıyordu. Ama aslında delikanlı Gülşen'le ilgileniyordu. Genç kız ihtiyacı doğrultusunda kendisini aldatıyordu. Eğer bu konuşma olmasaydı, belki uzun süre delikanlıyla aralarında aşk doğacağı hayaliyle kendisini avutacaktı. Bu hayale duygusal yatırım yapacaktı. Gerçeği fark ettiğinde ise hem delikanlıya hem de arkadaşına öfke duyuyor olacaktı. Tam Güzin Ablalık bir durum. Varsayımda bulunmanın neden-sonuç çarpıtmasından farkı, nedeni de sonucu da kendimizin yaratmasıdır. Kendi inanç ve beklentilerimizin sübjektif bakış açısıyla varsayımlarda bulunuruz. Sonra da bunlara gerçekmiş gibi inanırız.
Adamın biri komşusundan çekiç ödünç almak üzere evinden çıkmış. Komşusunun evine doğru giderken, aklına geçen ay istediği tırpan, geçen yıl istediği kürek gelmiş. İkisini de iade etmediği için komşusunun kendisine çekiç vermeyeceğini düşünmüş. Çekiç vermeyeceğini düşündüğü için kızmaya başlamış. Komşunun kapısına varana kadar kızgınlığı iyice artmış. Komşu kapıyı açtığında da öfkeyle bağırmaya başlamış: "Çekicini vermezsen verme. Senin gibi komşu olmaz olsun."

Varsayımda bulunmak aynı zamanda bir manipülasyon yoludur da. "Sevgilim, yaş günümde bana araba mı, inci kolye mi alacaksın? Ama söyleme de sürpriz olsun." Karısına bir demet gül alıp yemeye çıkarmayı düşünen zavallı eş, "Sana bu tür hediye alacağımı da nereden çıkardın?" diyemez ve karısının gerçekten istediği inci kolyeyi almanın daha ucuza mal olacağını düşünerek tuzağa düşer. Tuzağa düşmek istemiyorsanız, "Sen Meta Model ihlali yapıyorsun", deyin. O, sizin ne söylediğinizi anlamaya çalışırken, siz zafer duygusuyla odadan çıkın. (Bu arada ben de bu bölümü eşimin okumasını engellemeliyim!)

Çocuğumuza, "Yemekte sebze olarak kabak mı, fasulye mi yemeyi tercih edersin?" diyerek onu birinden birini seçmeye zorunlu bıraktığımızda da onun seçim yapacağı varsayımından hareket ederiz. Bazen de işe yarar. Tabii dondurma ödülüyle birlikte.

Bir delikanlının bu yöntemle babasına istediği ayakkabıyı nasıl aldırdığını bilmek ister misiniz? Ortaokul öğrencisi Uğur ayakkabı alışverişini daima babasının bir arkadaşından yapıyor. Ayakkabı mağazasında bir ayakkabı beğeniyor. Babasının arkadaşı ona daha ucuz bir ayakkabı daha çıkarıyor, ikisini de babasına göstermesini ve babasının onayladığı ayakkabıyı alabileceğini söylüyor. Uğur ise daha ucuz olan ayakkabıyı bırakıp, kendi beğendiği ayakkabıdan daha da pahalı bir ayakkabıyı alıyor ve ikisini de babasına götürüyor. Doğal olarak da babası daha ucuz olanı seçiyor ve Uğur istediği ayakkabısına kavuşmuş oluyor.

İş ortamında bu tür varsayımlarla istemediğiniz bir işi yapmaya mecbur bırakılmadınız mı?

Fiili İsme Dönüştürmek
Dilbilgisinde fiil bir süreci gösterir. İsim ise bitmiş, tanımlanmış bir şeydir. Bir fiili isme dönüştürdüğümüzde onu süreç olmaktan çıkarır, donmuş tanımlanmış değiştirilemez, ismi konmuş bir hale getiririz. Bu Meta Model ihlali, farkında bile olmadan değişimi engellemek üzere yarattığımız bir canavardır.
Ben beceriksizin tekiyim.
O güvenilir bir insan.
Sen aptal bir çocuksun.
Eşimle ilişkimiz kötü.
Teyzem kanser.
Şimdi aynı cümleleri farklı şekilde söyleyelim.
Ben bu olayda beceriksizce davrandım.
O güven duyulan bir insandır.
Sen bu konuda aptallık eden bir çocuksun.
Eşimle aramızdaki ilişki kötüye gidiyor.
Teyzem kanser hastalığı geçiriyor.
Hangisi size değiştirilebilir geldi?
Birinci örnekte, kişilere "beceriksiz","güvenilir", "aptal" etiketleri yapıştırılıyor. "İlişki" ve "kanser" kişilerden bağımsız bir varlık haline getiriliyor. Tıpkı masa gibi, sandalye gibi bir nesnenin ismi gibi varlık kazanıyor. Etiketler yapışır ve kişiyle özdeşleşir. Oysa bu etiketler davranışa yöneliktir. "İlişki" iki insandan bağımsız bir nesne haline geliyor, iki insanın müdahalesiyle değişebilecek bir süreç değil. Teyzem kanser cümlesinde teyzem eşittir kansere dönüşüyor; kanser, teyzeyle özdeşleşiyor. Nokta. Statik. Durgun.

İkinci örnekte, beceriksizlik, güven duyulmak, aptallık etmek, kötüye giden ilişki, geçirilen kanser hastalığı bir süreci tanımlıyor. Değişken olan bir şey, içinde dinamizmi barındırır.

Meta Modellerin önemi şuradan gelir: Dille deneyimlerin yorumunu yaptığımız için kullandığımız dil bilinçaltımızda aynen kayda geçer. Bilinçaltı bir kavramı "isim-nesne" bölümüne
kayda geçirdiğinde onu donmuş olarak muhafaza eder. Tek farklı durumda bile bilinçaltı yeni verilere güvenmez. Kişi "beceriksiz" olarak kendisini tanımmlamışsa, bu etiket, kişiyi o davranışla özdeşleştirir. Kişi becerikli olduğu deneyimleri görememeye başlar. Onlar istisna haline gelir. Aynı şekilde "güvenilir" kişi bir kez bile güvenilmez bir davranışta bulunduğunda bilinçaltı bunu affetmez. Ve kişilik saldırıya uğrar.
Davranışın kişiyle özdeşleşmesi "gurur" denilen ucubeyi yaratır. Kişi gururunun boyunduruğu altındayken insanlık "onuru" pusula olma görevini yerine getiremez hale gelir. Onur, yanlışı düzeltme "yolları arar, gurur ise yanlışı savunur. Onurun amacı doğruyu bulmaktır. Gururun amacı haklı çıkmaktır.

İlişkimiz kötü derken, ilişki kişilerden bağımsız kılınıyor. Kişiyi çaresiz bırakıyor. Oysa kötüye giden bir ilişki sürecin devam ettiğini gösterir. Bu ilişkiyi iyileştirme ya da bitirme seçimi vardır.

Depresyonda olduğunuzu düşünün. İki ayrı terapiste gidiyorsunuz. Biri size "Ne kadar zamandır depresyondasınız?" diye soruyor. Diğeri "Depresyon geçiriyorken neler hissediyordunuz?" diye soruyor. Hangi terapistle işbirliği yapmayı seçerdiniz?

Tıbbi tanımlar ve hastalık teşhisleri fiilin isme dönüştürülmesidir. O kanser, o hiperaktif gibi tanımlamalar kişiye etiket koyar ve kişiyi hastalığa mahkum eder. Hastalık geçirilen bir şey olmaktan çıkıp kişinin kendisine dönüşür. Kişiyi bazen ömür boyu hastalığa mahkum eder.

Hastalık geçirmek tanımında bile geçicilik vardır. Hastalık hastanın kendisi değildir.
Alkolik kişinin kendisidir, değiştirilemez. Alkol bağımlılığı yaşamak değiştirilebilir bir durumdur.
Şişman kişi şişmandır, etiketi konmuştur. Kilo sorunu olmak ise aşılabilecek bir şeydir.
Kendinizi hangisi olarak tanımlarsanız daha kolay çözüm bulabilirsiniz? Dilin gücü.

Amerika'da yapılan bir araştırmada, bir gazeteci aynı hikayeyle yedi ayrı psikiyatriste "hasta" olarak gidiyor. Her birinin koyduğu "teşhis" farklı oluyor. Bir "teşhis" ile hayatlar nasıl mahvolabilir?

Olumlu kavramlar için de aynı şey geçerlidir. "Ben zekiyim" diyorsam, tek bir zekice seçim yapmadığımda kendimi kötü hissederim. Ama ben "zeki olan" bir insansam, bazen aptalca davranışlarda bulunma hakkına sahibim. Böyle durumlarda bilinçaltı ara sıra "yanlışlar" yapmama göz yumar.
Fiili isme dönüştürme en yıkıcı dil paternine dönüşebilir.

Dil ihlalini açıklığa kavuşturmak için önce ismi fiile dönüştürün ve sorunuzu sorun.
Eşimle kötü bir ilişkimiz var... Bu bir tanım. Eeee?

Eşimle kötüye giden ilişki yaşıyoruz. Bu ilişkiyi nasıl düzeltebilirim? Düzeltmek için ne yapabilirim?
Niçin sorusu yıkıcı bir sorudur. Sadece mazeretler üretmeyi bilir ve bizi geçmişte takılı bırakır. Nasıl sorusu ise çözüm üretmeye yöneliktir.
"Ben iyiyim" demek yerine "Her gün her şekilde daha iyiye gidiyorum" deyin. Bu sizi motive eder. Kötü giden günlerden bile bir ders çıkararak iyiye gidebilirsiniz.
Belirsizlik
Olayların, kişilerin ve nesnelerin belirsiz olduğu cümlelerde boşluklar haritalara göre dolar.    . Gazetede iki ilan görüyorsunuz:

a) Genç, dinamik, satış elemanları aranıyor.

b) 25-35 yaş arası erkekse askerliğini yapmış, enerjisi dokuzla beş arası sınırlanmayan, yakın gelecekte bölge temsilcisi sorumluluğunu taşıyabilecek, seyahatten hoşlanan, girişken biriyseniz, henüz deneyiminiz olmasa da ABC firmasında satış elemanı olarak işe başlayabilirsiniz.
İkisi de aynı firma tarafından verilmiş ilan örnekleri. Siz ikinci ilanda talep edilen niteliklere sahip olsaydınız birinci ilana yanıt verir miydiniz.

a) Bugünkü randevumuzu iptal edeceğim için üzgünüm.

b)  Bugün saat 17.00'deki randevumuzu İtalya'dan beklenmedik bir ziyaretçimizin gelmesinden dolayı iptal etmek zorunda kaldığım için üzgünüm. Bu aramızdaki anlaşmayı etkilemeyecek bir ziyaret. Haftaya Çarşamba saat 15.00 ya da Perşembe 18.00 senin için uygun mu?

Çoktandır beklediğiniz bir buluşma için hangi e-maili almayı tercih ederdiniz?

Sadece bu Meta Model ihlali bile ne çok yanlış anlaşılmalara sebep olabiliyor. Meta Model ihlali yapmadan iletişim kurmayı öğrendikten sonra şirket çalışanları gereksiz yazışmaların yüzde seksen azaldığını bildirmişti.

Kim, ne, hangisi, ne zaman, nasıl sorularıyla kastedilen kişiyi ya da olayı belirleyin.
Siz bu soruları sormazsanız "akşam eve geç geleceğim" diyen çocuğunuza kızmaya ne hakkınız var? Onun için geç sabah 3 iken, sizin için gece 9 olabilir.

Eve sabah döneceğim diyen kızınız, bir hafta sonra sabah döndüğünde yalan mı söylemiş oluyor?
Özetle Meta Model, dilin gücünü kullanma sanatıdır. "Müzik kulağımda" ile "kulağım müzikte" arasında fark vardır. Aynı kelimeler kullanıldığı halde sıralama anlam farkı yaratır.

Meta Model dil ile deneyim arasında bağlantı kurmayı amaçlar. Meta Model ihlalleri ise dil ile deneyim arasında filtre oluşturur ve yanlış anlaşılmalara yol açar.
Meta Modellere özen gösterdiğinizde iş yaşamınızda, eğitimde, terapide güçlü bir araç kazanırsınız.
1. Bilgiyi daha net toplarsınız.
2. Anlamı daha açıklığa kavuşturursunuz.
3.  Kendinize ve başkalarına koyduğunuz sınırlamaları fark edersiniz.
4.  Seçimlerinizi artırırsınız.
Meta Modeli iyi bilmek iletişimde de, satışta da bir hazinedir.
Tahakkümcü kişiler Meta Model ihlalinde usta kişilerdir. Dili kendi çıkarlarına kullanmayı olumsuz anlamda çok iyi bilirler.
Meta Modeli iyi kullanarak dili kendi amacımıza kullanmayı öğrenmek çok önemli. Sözlerin nasıl yıkıcı 
olabileceğini, yanlış anlaşılmalara yol açtığını, ilişkileri kopardığını biliyoruz. Sözleri yapıcı, doğru anlaşılır, ilişki kurucu olarak kullanmak da elimizde.
Sözler dostumuz da olabilir, düşmanımız da. Bu sizin onları nasıl kullandığınıza bağlı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KARMİK VE KARMA TEMİZLİĞİ, BİLİNÇALTI TEMİZLİĞİ

Kendime not: Kendi önünden çekil.

Korkulardan Arınma...