kısır döngüden kurtaracak

1- Şalteri kapatın
Basit bir yöntem buna imajinasyon çalışması diyebiliriz. zihninizde bir şalter olduğunu düşünün ve bunu düğmenin veya şalterin kapattığınızı hayal edin. Her düşünceniz geldiğinde bunu mutlaka uygulayın.

2- Kendinizi Telkin edin
Basit bir telkin için çok fazla bilgiye ihtiyacınız yok aslında. Yapmanız gereken kendinizi rahatlatacak cümleleri beyniniz kabul edene kadar söylemek. İçinizden veya sesli de söyleyebilirsiniz. "Anahtarlarımı buldum ve huzurluyum" " ben şu anda takıldığım tüm konulardan kendimi özgür kılıyorum.


3- Affedici olun
Çoğumuz takıldığımız konu yüzünden kendimizi suçlarız. Bunu yapmayın affedici olun. Bu size çok büyük bir avantaj sağlayacaktır. Zihninizin serbest kaldığını göreceksiniz.

4- Aklınızı farklı bir konuya yönlendirin
Aklımızı yönlendiremezsek o bizi yönlendirmeye devam edecektir. Zihninizi yönlendirin ve huzurlu hissedin. Aklınızı başka uğraşlara yönlendirin. Kitap okuyabilirsiniz.



5- Boşverin gitsin
Bazılarınız bu imkansız diyebilir. Ama bir kere kafaya taktığınız şeylere boşver gitsin dediğiniz an kendinizi harika hissedeceksiniz. Bu çok basit kafanızı taktığınız şeyi düşünün ve bırakın sizi bastırsın O anda kocaman bir boş ver diyin.

 Hepimiz yaşamlarımızda bir kısır döngüye sahibiz. Ömrümüz boyunca yüzler ve olaylar değişsede, temelde aynı döngü ile uğraşıyoruz. Herbirimizin döngüsü farklı olsa da birbirmize bu konuda muhteşem yardımlar yapmaktayız, hem de farkında olmadan.

 

Tüm yaşamımızı gözden geçirdiğimizde sürekli tekrarlanan parasızlıklar, aldatılışlar, kaçışlar v.b. döngülerin içinde görüyoruz kendimizi. " Talih bana gülmüyor!" diye de bir açıklamamız mevcut, savunma babında.  Oysa bize gülmeyen talih değil, kendimiziz.

 

İçimizde şiddetle ittiğimiz duygu, dışımızda bedenleniyor gerek kişi, gerek ise olay olarak. Bu durum ittiğimiz duyguyu farkedip, onu içimize çekip kabul edene dek farklı yüzler ve farklı olaylar olarak cereyan ediyor.

 

Geçmişimizi göz önüne alıp bugünümüzle  karşılaştırdığımızda bunu çok daha rahat algılayabiliyoruz. Neyi ittiğimizi bulursak, bu kısır döngüyü kırıp yeni bir realitede yaşamaya başlıyoruz. Nasıl mı?

 

Bu döngüyü ve temel sebebini bulmak sıkı bir takip sistemi kurmamızı gerektiriyor. Daha önce," Yarattığımız Dalgalar" başlığında belirttiğim gibi, bizden çıkan yani itilen bu duygunun kimlerden ve ne şekilde yansıdığını anlamamız gerekiyor.

 

Örneğin; "ASLA" dediğimiz bir duygumuz var. Bu illede kötü olmayabilir, iyi duyguları da itebilmekteyiz.

" Ben asla cimri değilim ve cimri insanlardan nefret ederim" diye düşünüyorsunuz. Bu düşünce büyük olasılıkla paranızı elinizde zor tutan ya da para akışı problemli olan birisiniz. Ömrünüz boyunca parasızlık ya da para ile ilgili sorunlar yaşamışsınızdır.Bu temel kalıba uygun olan "para bana gelmez", " ben parayı elimde tutamam" v.b. üst kalıblarda yaratmışsınızdır. Yaşadığınız para sorunu realiteye bakıldığında ise bir çok suçlu bulur kendine;

" Babam o kadar cimriydi ki, adam gibi bir yerde okuyup iyi bir işe sahip olmadım."

" Çevremde hep cimri arkadaşlarım var, hep hesabı bana yıkıyorlar"

" Herkes yüksek maaşa çalışırken ben aynı işi üç kuruşa yapıyorum." v.b.

Aslında burada yıllarca içimizde ittiğimiz CİMRİ'YİM duygusuna verdiğimiz tepki yatar.Tepki duyulan duygu enerjilenerek realiteye sıçrar ve kendisini göstrerecek insanları seçer. En yakın arkadaşınız, anneniz, babanız, sevgiliniz, çocuğunuz, eşiniz, eşinizin ailesi, patronunuz, iş arkadaşlarınız ......Siz onu görene dek çevrenizde pek çok beden değiştirerek dolaşır olaylar yaratır.Onu görüp " EVET, BEN DE CİMRİ OLABİLİRİM.BEN CİMRİ'YİM"  dediğimizde ittiğimiz bu duyguya kabul veririz ve içimize çekeriz. Böylece onu reailitemizden kaldırırız.Çevremizdeki cimri arkadaşlar hesap ödemeye başlar, işimizde terfi ya da maaş ayarlaması olur, başka bir işe girip daha yüksek maaş alırız, babanıza artık kızmazsınız, daha iyi okul mazaretiniz ortadan kalkar.Bunların tümü bir anda değişir.

"Bu kadar mı kolay?" diyebilirsiniz.Cevabım gülümsemek olacaktır. Elbette değil. Çünkü insan kendine kör noktadır ve insan duygu-davranışları bir komplekstir. Başkasının eksiğini artısını anında görür, söyleriz.Ancak bunu kendimizde yapmamız oldukça zor. Bu nedenle ilk önce çevremizdeki insanları izlemeye başlarız. Yargılamaları, akıl vermeleri bir yana bırakırız.Yargıladığımız ya da akıl verdiğimiz kişiden yansıyan enerji, bize aitse kimi yargılıyor, kime akıl veriyoruz, düşünelim!

Bu tıpkı çok aynalı bir odada, kendilerimize/yansımalarımıza bakmaya benzer.

Yansımaya bakıp yargıladığımızda bilmeliyiz ki, yargıladığımız kendimiziz. O an susun!

Yansımaya bakıp akıl verdiğimizde bilmeliyiz ki, akıl verdiğimiz kendimiziz.Ben bana ne diyorum? Kulak kesilin, dinleyin!


Yansımaya bakıp kızdığımızda bilmeliyiz ki, kızdığımız kendimiziz.Kendimizdeki neye kızdık?

Yansımaya bakıp acıdığımızda bilmeliyiz ki, acıdığımız kendimiziz. Acınacak durumda olduğunuzu kabul edin!

Yansımayı bakıp sevdiğimizde bilmeliyiz ki, sevdiğimiz kendinizsiniz. Tadını çıkarın.

İlk adım gözlemektir. Sizi size tanımlayan, ittiğinizi size gösteren kimler? Bunları bulup not edin ve bunlara kabul verin.

Aslında biz olduğumuzu sandığımız kişi, bizde var olanlar değil yok olanlarıdır.Yok olanlar ise kişiliğimizde ittiklerimizdir. İttiklerimizi kabul etmemiz ise, onu bizde yok olmasına neden olur. O artık bizim değildir.Böylece eksildikçe tamamlanırız. Çünkü yaşam bir paradokstur


Doğduğumuz anda ÖZ halimiz belirlenip mühürlenir ama aynı zamanda tüm koşullandırmaların da etkisi başlar. Bebeğin ilk koşullandırmaları annesiyle,  daha sonra tüm aile ve çevresiyle olan aurasal etkileşimle başlar ve yavaş yavaş artık öz halinden uzaklaşır. İlk yedi yıl bu koşullandırmalar onun bütün kısır döngülerini, bütün refleks tepkilerini, bütün davranış kalıplarını oluşturur…

Bu ilk yıllarda etkisinde kaldığımız koşullandırmalara uygun hayatlar seçeriz… Haritamızdaki açıklıklarımız buna neden olur. Zihin o konuda çok hassastır ve doğru karar verme yolu elinden alınan çocuk, zihnin bu oyunlarına bir refleks geliştirir… 

Aksiyon kelimesi TDK’da “Bir kuvvetin, maddi bir etkenin, bir düşüncenin ortaya çıkması; eylem” anlamına geliyor. Reaksiyon ise “tepki” anlamına geliyor. Aksiyon-reaksiyon, etki-tepki demektir. Başka şekilde bakıldığında ise Re-aksiyon, eylemin tekrarı anlamına geliyor. 

Re-aksiyonu örneklerle açıklamak gerekirse Solar Plexusu (SP, duygular) tanımsız olan bir çocuk, SP tanımlı olan annesinin duygusal dalgasını zamanla kendi dalgası zanneder ve o dalgada kaybolmaya başlar.  Üç yaşında söylediği bir söze, annesi duygusal dalgasında dipte olması nedeniyle öyle bir patlar ki çocuk kendini suçlar. Zamanla yaşadığı bu olay üzerine tekrar eden eylem olarak artık gerçekleri söylemekten kaçınan bir hal alır… Genel Re-aksiyonu başkasını üzmemek, kızdırmamak için gerçeklerden kaçmayı tercih etmek olur… Bu bir reaksiyondur, çünkü söylemesi gereken yerde bile söylemiyordur.

Kalp merkezi tanımlı bir baba, oğlunun verdiği bir sözü tutmaması üzerine, ona iradeli olması ve verdiği sözleri tutması konusunda öyle bir baskı yapmıştır ki; kalp merkezi açık olan çocuk kendini kanıtlamak için bütün hayatı boyunca çok büyük sözlerin altında ezilmeye mahkum kalır. Her söz veriyor musun sorusuna tutamayacağını bilse de “evet” der…

Bunlar artık kısır döngüler şeklindedir çünkü ailesine benzeyen özellikleri olan insanlara aurasal olarak çekilirler, bir şekilde hayatlarının parçası yaparlar. Her re-aksiyon gösterdikleri durumda ise hayat sadece tekrar eder…

Aurasal etkileşimde bu açıklarımızı tamamlayan insanlara çekildiğimiz bir gerçek. Bunu değiştirmek imkansız olsa da  re-aksiyonları aksiyonla değiştirmek mümkün…

İnsan ilişkilerinde kısır döngüler vardır ve onları  kırmak için bazen tam ters davranılır… “ hayır bu sefer benim istediğim gibi olacak” denir ve yine hiçbir şey değişmez… işte bu da kısır döngüdür. 

Bir filmde görürsünüz ya da yakın bir arkadaşınız tam tersini yaptığında her şeyin çok farklı olduğunu görmüşsünüzdür ama sizde işe yaramaz. 

Zihin derki “hadi birde bunu deneyelim, bu sefer her şey değişecek” ama bu da bir tepkidir, bir re-aksiyondur; bir arayıştır ama yaşayış değildir… 

Zamanlamayı genelde tutturamazsınız ve yine aynı şey ile sonuçlanır, kocaman bir hüsran, kocaman bir başarısızlıkla… Re-aksiyondan kaçmak bu şekilde olmaz; tam tersi şekilde davranmak değildir, örnek almak değildir, aslında doğru zamanda doğru şekilde davranmaktır…

Strateji ve Otoritesi ile hareket ettiğimizde, o an ruhumuzla olan iletişimimizle her şey yeniden şekilleniyor… 

Solar Plexus'u tanımsız olan bir kişi doğru zamanda gerçekleri konuşma fırsatı bulabiliyor ya da kalbi tanımlı bir kişi söz vermeden ondan istenilen şeyi onun için uygun ise gerçekleştirebiliyor. Doğru kararlarla hayat aslında tekrarsız ve eşsiz hale geliyor…

An'da yaşama denilen şey aslında bu; çünkü her re-aksiyon ilk yedi yılın tekrarı oluyor. Orada hissedilen duyguların, öğrenilen kalıpların birer tekrarı; ne şimdiki zaman oluyor ne de gelecek, hayat sadece geçmişten ibaret oluyor çünkü hep tekrar içinde oluyoruz…

Dünyaya aynı şeyleri yaşamak için gelmedik. Ruhumuz farklı deneyimler istediği, değişim ve gelişim istediği için bu derece sıkılıyoruz hayattan, bu derece tekrardan bunalıyoruz…

Strateji ve Otorite ile yaşamak ise anda kalmamıza neden oluyor; koşullara, insanlara ya da gezegen transitlerine göre değil kendi ruhunuzla o an kurduğunuz bağlantı ile o anı yaşıyorsunuz… Otoritesi duygusal olanlar, “bizim otoritemiz anlık değil ki” diyebilirler ama onlarınki de anlık. Zaman kavramı çok göreceli ve sizler için “an” duygusal dalganızın kendini tamamlaması demek;  anda kalmak dalganızı takip etmek demektir…

Hareketleriniz, kararlarınız tahmin edilemez olsun. Bize anlatılan bir durumda, izlediğimiz bir filmde ya da okuduğumuz bir kitapta geçen olay için “ben olsam asla böyle yapamam”, “çok kızardım”, “terk ederdim”, “kaldıramazdım” gibi tepkiler veririz, kendimizi hemen o konuma sokarız. Sizin başınıza geldiğinde ne yapacak olduğunuzu biliyor olmanız bir aksiyon mudur, re-aksiyon mudur? 

Önceden aldığımız tüm koşullandırmalarla oluşan reaksiyonlarımızdan dolayı daha yaşamadan kendimiz zannettiğimiz zihnimiz kararı tahmin ediyor… Tahmin edilemezden kastedilen dışarıya karşı gizemli olun, ters köşe davranışlarınız, kararlarınız olsun demek değil, kendi zihniniz bunu bilemesin demektir. Strateji ve Otorite bunun için önemli, çünkü çıkan karar tahmininizden büyük olasılıkla çok farklı olacaktır… Arınmanın ilk dönemlerinin zorluğu da bundandır…

Zihin kendi istediğinin olması için oradan oraya sürükler bizi ama kararın sonucu hiç değişmez: tatminsizlik, öfke, hayal kırıklığı… Olduğumuz yeri bilebilen tek şey ruhunuz, büyük haritayı, hangi yönün daha heyecanlı olduğunu o görebiliyor… Onunla bağlantı kurmadan verilen her karar sizi aynı sonuca götürür: tekrar eden sıkışmışlığa, bıkkınlığa, yorgunluğa… Oysaki hayatın en büyük amacı neşeyi, coşkuyu yaşamak ve sevmektir...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KARMİK VE KARMA TEMİZLİĞİ, BİLİNÇALTI TEMİZLİĞİ

Kendime not: Kendi önünden çekil.

Korkulardan Arınma...